Bibi’nin politikaya girme niyetini, babası coşkuyla karşılamadı:
“Seçimi kazansan bile, ‘sol’ iktidarda kalmana izin vermez… çok niyetliysen, eğitimine önem ver…”
“Babam haklı!..” diye düşündü Netanyahu “…ekonomik, askeri, teknolojik ve bilimsel konulardan anlamayan bir başbakan, ‘uzmanlar’ karşısında çaresiz kalır.”
Tarih bilgisini de ihmal etmemeliydi… Seçimlerde, Likud perişan olmuş, İşçi Partisi ise, yenilmez görünüyordu… Ama umutsuzluğa kapılmak yersizdi… Tarih, politik talihin anlamlı bir çabayla değişebileceğini öğretiyordu.
Bibi’nin başbakan olabilmesi için, önce kendi partisinin ‘kıdemlilerini’ ikna etmesi gerekiyordu. Demokrasilerde, en etkin ikna aracının, kamu
baskısı olduğunu iyi bilen Netanyahu, önseçim örgütleyerek, Likud seçmeninin onayına başvurdu… Şamir, Arens ve Şaron’un desteğini almak, sonraya kalabilirdi.
Bir yandan Likud liderliği için çalışırken, bir yandan da, kendi politik önceliklerini içeren bir kitap yazıyordu Bibi… ‘Uluslar Arasında bir Yer’ adını verdiği kitapta, şu sorulara yanıt arıyordu:
Siyonizm’in ahlaki dayanağı nedir?.. İsrail halkı, başka bir halkın toprağını mı almıştı?.. yoksa emperyalistlerin zorla elinden aldığı toprağa geri mi dönmüştü?.. Komşularla barışa nasıl ulaşılırdı?.. Tavizler vererek mi?.. yoksa caydırıcı güç sahibi olarak mı?
Bütün bunlar, Bibi’ye göre, teorik ya da ideolojik değil, somut sorulardı.
ABD hükümetleri on yıllardır, Araplarla arasındaki barışın İsrail’in “işgal edilmiş topraklardan” feragat etmesine bağlı olduğu teorisine inanmıştı.
Bu çözümden başkasını düşünemeyen Clinton hükümeti, Golan’dan çekilmesi hususunda Rabin’e sürekli baskı yapıyordu…
‘Barış karşılığında toprak’ teorisini savunanların aklına şu gelmiyordu örneğin: Golan tepelerinden çekilmesi, İsrail’i o kadar savunmasız bırakacaktı ki, Suriye tekrar savaş açacaktı.
Bir gün, Mısır’a Müslüman Kardeşlerin ya da Gazze’ye Hamas’ın egemen olabileceği ihtimali de ‘akla gelmemişti’ muhtemelen…
Golan Tepelerinden çekilmeyi savunanlar, şunu diyorlardı adeta: “Barışı sağlamak için, savaşı daha da muhtemel kılmak gerekir.”
ABD yönetiminin böyle bir saçmalık düşünmesi doğaldı tabii… savaşmak zorunda kalacak olan Amerikan halkı değildi sonuçta.
Bibi’nin ‘teorisi’ ise şuydu: “İsrail’in, herhangi bir Arap ülkesiyle barış yapmasının tek koşulu vardı: Arap tarafına, savaş seçeneği bırakmayacak kadar güçlü olmak.”
Birçok konuda anlaşmalarına rağmen, Golan konusunda Rabin ile mutabık değildi Bibi… Rabin, Batı Şeria’nın aksine, Golan’ın, stratejik bir ‘genişliği’ olmadığını düşünüyordu.
Bibi ise, Golan Tepelerin stratejik ‘yüksekliğini’ Rabin hükümetinin göremediğini savunuyordu.
Rabin, bir yandan Suriye ile Golan’dan çekilme görüşmeleri yaparken, diğerinden FKÖ lideri Arafat’la ünlü Oslo Barış Anlaşmasını imzalamayı kabul etmişti.
Arafat ve Filistinli lider Faysal Husseini’nin söyleyeceği gibi: “İsrail’le imzalanan bütün anlaşmalar, tamamen taktiksel ve stratejiktir”… “Niyetimiz, İsrail’i yok etmek, yerine bir Filistin devleti kurmaktır… Yahudilerin hayatını sefil kılacak, her şeylerini alacağız… Filistin’de Yahudi görmek istemiyorum.”
***
‘Oslo’ imzalandı… Arafat ile Rabin, Nobel Barış Ödülüne layık görüldü…
İsrail’in Kiryat-Gat, Aşkelon, Beerşeva, Tel Aviv, Kudüs gibi kentlerine on binlerce roket yağdı… Terör saldırılarında binlerce İsrailli hayatını kaybetti… Rabin ve taraftarları, ölenler için “barış için verilen kurbanlar” diye söz ettiler… “Bizim hatamız, binlerce kişinin ölmesine neden oldu” diyeceklerine…
Aslında, FKÖ yönetiminin de, Filistin halkı için harikalar yarattığı söylenemez… Yönetimi eleştirenler susturuldu, korkutuldu, hapsedildi… ‘gerektiğinde’ öldürüldü.
Yolsuzluk ve rüşvet, Filistinli girişimcilerin ‘pazar ekonomisi’ tesis etmelerini engelledi.
***
Golan ve Oslo konularında farklı düşünmelerine rağmen, Ürdün’le barış imzalama hususunda Bibi Rabin’i bütün kalbiyle destekliyordu.
İsrail ile Ürdün arasındaki ‘de facto’ barış, Rabin sayesinde ‘de jureye’ dönüşecek, yani yasallaşacaktı.
Netanyahu’nun, kendi partisi Likud’u Ürdün’le barışa ikna etmesi daha zor oldu… Ürdün nehirinin ‘iki yakası’ yalnız Tanrı tarafından değil, 1920 San Remo Konferansı tarafından da, Yahudilere ‘vadedilmişti’…
Ne var ki, nehrin ‘karşı yakasında’ 4 milyon Arap yaşıyordu… Bunu değerlendiren Likud, Netanyahu’yu desteklemeye ikna oldu.
Bu arada, ‘Oslo Anlaşmalarına’ duyulan tepki ve antipati büyüyor, bazılarında yüz binlerce kişinin katıldığı, yüzlerce miting düzenleniyordu. Bibi, katıldığı bir mitingde, “Hain Rabin” sloganını duyunca, yıldırım çarpmış gibi oldu…
“Rabin, hain değil…” diye seslendi güruha… “Sadece hata ediyor… burada politik rakiplerimizle karşı karşıyayız… düşmanla değil!.. Hepimiz kardeşiz!”
Rabin ve Peres de, destekçilerini bir araya getiren bir miting düzenlemeye karar verdiler… 4 Kasım 1995 günü düzenlenen mitingde, ‘barış şarkıları’ ve marşlar söylendi…
Miting çıkışında, 25 yaşında dindar bir fanatik iki el ateş ederek. İsrail’in kahramanlarından Yitzhak Rabin’i öldürdü.
Gelecek yazı: “Bibi, Başbakan”