Hangi sınıftan sayıldığımı bilmiyorum; unutkanların mı, ezber yeteneği olmayanların mı? Ama ilköğrenim yıllarından bu yana ezber yeteneğimin olmadığını, bu yüzden kimi derslerde zorlandığımı kesinlikle biliyorum. Şiir olsun, deneme olsun, bırakın bir başkasının, kendi yazdıklarımdan hiçbirini belleğime güvenerek okuyamam. Kaç kez bir şiirimi ezberlemeye çalıştıysam da, bir türlü başaramadım. Bazen bu yüzden bir topluluk karşısında güç durumda kaldığım anlar olmuştur. Artık bu yaştan sonra da bunun üstünde hiç durmuyorum. Bir etkinlikte bir şey okumam gerektiği zaman, önceden hazırlık yaptığımda sorun çözülmüş oluyor.
Asıl sorunu klavyenin başına oturmadan yaşadığımı söylemek isterim. Not alma alışkanlığını zaten uzun bir süre önce yitirdim. Kimi deneme konuları bazen olmadık zamanlarda kafamda şekillenirken, bunları ancak oturup bilgisayara aktardığımda toparlayabiliyorum. Yoksa düşündüklerim, bir bakmışım ki kısa zamanda aklımdan uçup gitmişler. Denemelerimi yazdıktan bir süre sonra unutmuş olsam da, hiç değilse bilgisayarımın bir dosyasında biriktirerek güvenceye almış oluyorum.
Elbette ki her birimizin yazma alışkanlığı kadar, yaratma ve belleğimizde geliştirme yeteneği çok farklıdır. Kimi yazar düşüncelerini kafasında olgunlaştırıp kâğıda döker, kimi notlar alıp düzenlemeye çalışır, kimi de masasının başına geçti mi neredeyse soluk almadan yazar. İzmir’de yaşadığı süre içerisinde yakından tanıma fırsatını bulduğum Attilâ İlhan’ın belleğine doğrusu imrenirdim. Bir araya geldiğimizde uzun zaman önce söylediklerimi bire bir anımsatabilir, yazılarına kitap alıntılarını bakmadan aktarabilir, şiirini bitirdikten çok sonra belleğinde olgunlaştırıp kâğıda dökebilirdi. Hele onun sarı yapraklı defterlere her gün bir sayfa ilkesiyle yazdığı romanlarda ne denli başarılı olduğunu biliyoruz.
Ne demişler, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır!
Şair Paul Valéry, Albert Einstein ile yaptığı bir söyleşide, “Aklınıza gelen iyi bir düşünceyi yazmak için yanınızda not defteri taşıyor musunuz?” diye sormuş. Bu soru üzerine Einstein’ın yüzünde nazik ama çok şaşkın bir ifade belirmiş: “Öyle bir gereksinimim olmuyor, demiş. Aklıma aniden iyi bir düşünce gelmiyor ki…”
Ünlü bilim insanı alçak gönüllülüğünden mi öyle söylemek istemiştir, yoksa yoğunlaşmanın, emek vermenin mi iyi bir düşünceyi olgunlaştığını vurgulamıştır, kim bilir.
Bilim insanından söz ederken Nikola Tesla’nın söylediklerini anımsıyorum. Bu ünlü Amerikalı mucit, çalışma yöntemini şöyle açıklıyor:
“Aklıma bir fikir geldiğinde onu önce hayalimde canlandırıyorum. Yapısını değiştiriyor, iyileştirmeler yapıyorum ve aleti zihnimde çalıştırıyorum. Türbinimi düşüncelerimde mi yoksa atölyemde mi çalıştırdığım benim için kesinlikle önem taşımıyor. Bu sayede elimi hiçbir şeye sürmeden gayet hızlı ve mükemmel bir tasarım yapabiliyorum.”
Ünlü insanların hayatlarını incelediğimizde, başarının rastlantıyla elde edilmediğini, yeteneğin yanında verilen emeğin ne denli önemli olduğunu görebiliyoruz. Yöntemimiz ne olursa olsun, başarıya götürecek sonuç odaklı çalışmalarımız her zaman değerlidir.