2670 yıl sonra ülke kuran Yahudi milletinin devletini analiz etmek, elbette tek bir yazıyla sınırlı tutulamaz; ancak ana hatlarıyla günümüz İsrail Devleti’nin psikolojisini anlamak için bazı noktalara odaklanmak gerekiyor. İsrail, 14 Mayıs 1948’de devlet olarak ortaya çıktığında bu, o dönem için cesaret isteyen bir karardı ki Araplarla çevrili bir coğrafyada ‘Yahudi Devleti’ olarak belirmek, iddialı bir girişimdi. Sonraki yıllarda İsrail, bu kararının bedelini; 1948-49, 1967, 1973 ve sayısız bölgesel çatışmayla ödedi. Peki, yeni kurulan bu devlet, Soğuk Savaş siyaseti içinde nerede konumlanacaktı? Örneğin, Türkiye’yi bu konu kısmen endişelendiriyordu. İsrail’in kurucu ilk kadrolarının sol ve sosyalist düşünceye sahip oldukları, Doğu Avrupa topraklarındaki Sovyet komünizmden etkilendikleri de göz önüne alındığında Türkiye, İsrail’in Sovyetlerin bir ‘uydu devleti’ haline gelebileceğine yönelik endişelerini, onu resmen tanıdığı Mart 1949’a kadar sürdürdü. Gerçekten de İsrail’in Batı mı yoksa Doğu bloğuna mı ait olacağı, ilk yıllarda çokça tartışıldı; ancak kurucu kadroların, yüzünü Batı ittifakına döndürmesi bu endişeleri dindirecektir.
En Kötü Koşullarda Hayatta Kalma Psikolojisi
Uluslararası ilişkilerde her ülkenin bir devlet psikolojisi vardır. Söz konusu bu devlet psikolojisi, ülkelerin coğrafyaları, jeopolitiği, demografik nitelikleri ve tehdit algılamalarına göre değişir. Binlerce yıl, bir coğrafyadan diğerine göç etmiş Yahudiler için ‘en kötü koşullarda hayatta kalma’ psikolojisi, İsrail’in bugünkü devlet psikolojisine dahi sirayet etmiştir. Örneğin; ilişkilerinin en iyi, ‘sarsılmaz’, ‘vazgeçilemez’ denildiği ABD ile dahi İsrail, 1967 Altı Gün Savaşı’nda kriz yaşamıştı. Bu kriz, İsrail’in tehdit algılamaları kendi topraklarına yönelik üst düzeye çıkmışsa muhatap olduğu ülkelerle ilişkilerinin dostluk düzeyinden ziyade, her ne pahasına olursa olsun ‘mevcut tehdidi ortadan kaldırmaya’ odaklandığını göstermiştir.
Tehdidin ‘Öznesi’ Değil; ‘Bertaraf Edilmesi’ Önemli
Bu, bir nevi ‘önleyici müdahale’ tarzındaki strateji, İsrail güvenlik doktrinin de temelini oluşturmaktadır. Bu durum da şu sonucu önümüze getirmektedir: İsrail için toprak bütünlüğü ya da ulusunun güvenliği söz konusu olduğunda, tehdidin ‘öznesi’nden çok, o tehdidin bir an önce ‘bertaraf edilmesi’ önemlidir. 1967’de ABD ile yaşadığı USS Liberty krizinde, Akdeniz’de seyreden Amerikan gemisine saldırıp 34 ABD’li askerin ölümüne neden olup 171’ini yaralayan İsrail, 1976’da Entebbe’de kendisinden binlerce kilometre uzaklıktaki Uganda’ya operasyon yapacak kadar kararlı; 1981’de Saddam’ın Osirak’taki nükleer reaktörünü ‘opera operasyonu’ ile yerle bir edecek kadar da sınırlarının dışındaki tehditleri yok etme üzerine programlanmış bir devlet psikolojisine sahip olduğunu defalarca sergilemiştir.
İsrail başlangıçta ‘Yalnız’ Doğdu
İsrail’i anlamak isteyenlerin de gözden kaçırdıkları nokta, İsrail’in, hiçbir hegemonik gücün desteği olmadan ayakta kal(a)mayacağı ya da kendisine karşı tehditlerle mücadelede, rahat hareket edemeyeceği yönündeki yaklaşımlardır. İsrail başlangıçta ‘yalnız’ doğdu. İsrail’i tanıyan ülkelerin hepsi, 1948-49 Savaşı’nın sonuca göre, İsrail’i tanıma konusunda pozisyon alacak ve 1949’da İsrail’i, tam tanıma (de jure) gerçekleşecektir. Türkiye’de uluslararası ilişkiler okumalarında en sık yapılan hata, devletlerin ebedi dost ya da düşmanlarının değil; ebedi çıkarlarının olacağı gerçeğinin idrak edilememesi, küresel siyasetteki devletlerarası ilişkilere duygusal anlamlar yüklenip devlet aktörlerini, gerçek kişilik olarak algılamada inat edilmesidir. Bir diğer hata ise her ülkenin bir devlet psikolojisi olduğunun ve bu psikolojinin anlık reflekslerden ziyade, zaman içinde gerçekleşen olayların bütününe göre değerlendirilememesidir.
‘Huzursuzlar Kampı’nın Gerçekleri
Huzurlu kıyılarında yaşayan Kanada, Norveç, Hollanda ya da Danimarka gibi ‘sakinler kampı’nda olan ülkelerin aksine, İsrail’i karmaşık ve her an hırçın kimliğine bürüyen o şey, kendisinin ‘huzursuzlar kampı’nda yer aldığı gerçeğidir. Eski savunma bakanı ve başbakanlardan Ehud Barak, aslında bu konuyu şu şekilde özetlemektedir: “Egemen bir devlet, halkına karşı sorumludur. Bu nedenle de yapması gerekenleri yapar. Kaldı ki Ortadoğu, ‘zayıf olana merhamet gösterilen bir yer’ değildir. Halkımızı koruma görevimiz var. Bu da saldırılar karşısında yumuşak olmamıza olanak sağlamıyor.” Barak’ın sadece bu sözleri dahi dikkate alındığında, İsrail’in devlet psikolojisi üzerine öncü bilgiler edinilebilir.
‘Devlet’ Kime Denir?
Devletlerin psikolojileri okunduğunda, bir sonraki hamleleri ve gösterecekleri tepkiler anlaşılabilir olur. Türkiye’yi, güney sınırındaki terör tehdidine karşı alarma geçiren neydi? Barış Pınarı, Fırat Kalkanı gibi harekâtlar neden gerçekleştirildi? Egemen bir devlet, kendisine ve halkına karşı girişilen tehdit durumlarında, oturduğu yerden olayların seyrini izlemeyeceği gibi tehdit daha oluşmadan, yolun başında, o tehdidi meşru müdafaa hakkının gereği olarak ortadan kaldırmakla yükümlüdür. İlgili devletler, tam da bu nedenle bağımsız ve egemen oldukları gibi, kendilerine ‘devlet’ denir. İsrail için ise kendi halkının güvenliği ve egemenliği söz konusu olduğunda, dostlarını dahi karşısına alacak potansiyele sahip olduğu geçmişteki örnekleriyle mevcut.
İsrail’in Alternatifi Yine Kendisi
İsrail toplumu ile ülkesi, uzun yıllar ‘yalnızlık ve değerlilik psikolojisi’yle harmanlandığından, olaylar karşısında dünyanın kendilerine yönelik eleştiri ya da tepkilerinden daha çok, kendi ülkelerinde huzur ve güvende olup olamadıklarıyla ilgileniyorlar. Aslında bu durum, bir vurdumduymazlık ya da duyarsızlığı değil de en kötü koşullarda dahi İsrail’in alternatifinin yine İsrail, yani bizzat kendisinin olduğunu ifade ediyor. MÖ 722’de, Asur (Ninova) hükümdarı Sargon’un, kuzeydeki İsrail Krallığı’na son verdiği tarihten 2670 yıl sonra devlet inşa eden bir psikolojiyi anlamak için, önce buradan başlamak gerekiyor.