Bu hafta Litvanya’nın başkenti Vilna’da, önümüzdeki yıllara damgasını vuracak öneme sahip bir toplantı yapılıyor. NATO ülkelerinin devlet ya da hükümet başkanlarını bir araya getirecek toplantının Avrupa’nın güvenliği ile ilgili geleceğini şekillendirecek cinsten olacağı şüphesiz.
500 günü aşan bir savaş Rusya – Ukrayna savaşı. Batılı ülkelerin desteğiyle Kiev yönetimi, Moskova’nın hiç beklemediği bir direnç gösteriyor. Söylendiğine göre savaşın başından bu yana 50 bin Rus askeri hayatını kaybetmiş. Her ne kadar Putin her gün Ukrayna’daki sivil yaşantıyı hedef alıyorsa da, evde durumların hiç iç açıcı olmadığı aşikar. Bu anlamda, Rusya’nın ne zaman, nereye, nasıl savrulacağı belli değil.
Rusya’nın tarihsel iki hasmından biri Osmanlı İmparatorluğu, diğeri İsveç Krallığı oldu. Bunlar şu anda karşı karşıya gelmiş durumda. Şimdilerde Türkiye ile İsveç arasında esen soğuk rüzgarlar, NATO’da sorun olmaya devam ediyor. Bunun bu zirvede giderilmesi mümkün mü? Yoksa iki ülke arasında cereyan eden türbülans devam mı edecek? Ankara, muhatabını, ülkesini Türkiye karşıtı teröristlere açmakla suçlarken, İsveç’te periyodik olarak gerçekleşen İslam karşıtı eylemler duruma hiç yardımcı değil. Kimine göre bu eylemlerin arkasında Moskova var. NATO’nun güçlenmesine karşı eline geçen her kozu kullanmak Putin için önem arz ediyor, kuşkusuz. Doğru mu, eğri mi? Şu anda ancak fikir yürütülenebiliyor!
Ankara, İsveç’in adaylığı konusunda bir yandan Stockholm ile pazarlık halindeyken, bir yandan da Washington ile müzakerelerde bulunuyor. Onayın yolunun buradan elde edilecek tavizlerle kolaylaşabileceği, en azından tahmin edilebiliyor.
Bunun bir adım ötesinde, geçtiğimiz hafta Ukrayna Devlet Başkanı’nın İstanbul gezisinde yaşananlar da dikkat çekici. Azov birlikleri komutanlarının misafir edildikleri Türkiye’den, Başkan Zelensky’nin uçağı ile ülkelerine dönmeleri, Putin yönetimi tarafından hiç de iyi karşılanmadı. Malum, bu unsurlar üç ülke arasında yapılan bir anlaşma çerçevesinde Türkiye’ye zorunlu ikamete gönderilmişlerdi.
Bütün bu gelişmelerin gölgesinde, Putin, Kremlin’in birkaç hafta önce açıkladığı Türkiye ziyaretini iptal etti. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde verdiği destek göz önüne alınırsa, Moskova – Ankara hattında nelerin değiştiği konusu ucu açık kalıyor. Bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ukrayna’nın NATO’ya alınması gerektiği yönündeki açıklamasını da hesaba katmak gerekir ki, bunu Türk – Rus ilişkileri anlamında nereye oturtmak lazım gelir, bilemiyorum.
Bütün bu gelişmelerin NATO zirvesi öncesine isabet etmesi bir tesadüf olmasa gerek. Türkiye’nin, batıda elinin bu denli zayıf olduğu bir anda yapılan açıklamalar, müzakere ortamının yumuşatılması yönünde atılan adımlar gibi geliyor.
NATO zirvesinin bir de Avrupa yönünden önemi var. Çin’in, klasik tabiriyle yeni dünya düzeninde Rusya’nın yarattığı boşluğu doldurma adımları bir süredir, özellikle Asya ve Yakın Doğu’da gözleniyor. ABD Dışişleri Bakanı’nın Pekin ziyareti, Hindistan Başbakanı’nın Washington ziyareti neredeyse aynı zamana rastladı. ABD’nin Çin’e karşı Hindistan’a göz kırparken, Pekin ile olan rekabetini öncelemesi pek muhtemel. Bu durumda, NATO’ya ve/veya Avrupa’nın güvenliğine pek zaman ve kaynak ayıramayacağını not etmek gerekir. O zaman, kurulduğundan bu yana bir türlü ahenkli bir savunma ile dış politika tutturmayan AB ne yapacak? Yaşlı kıta atalete teslim mi olacak? Rusya’nın doğu sınırlarında saldırgan davranışlarda bulunmasına sessiz mi kalacak? Kalmayacaksa, ki bu NATO’ya yeniden bir var oluş amacı sağlıyor, nasıl kalmayacak?
Avrupa’nın ekonomik sorunlarını, yaşlanan nüfusunu, mülteci konularını hiç gündeme almadan bile, işlerin önümüzdeki dönemde kolay olmayacağı belli oluyor. Türkiye bunun içinden nasıl sıyrılacak? Asıl kafa patlatılması gereken bu. Gelin görün ki, bırakın siyaseti bir yana, sosyo-ekonomik anlamda parametreler o kadar oynak ki, belki de ruh sağlığımız açısından bunları hiç düşünmemek en doğru olacak…