“Belli bir yaştan sonra yeni dostlar edinmek, zor” derdi annem ben küçükken… Anlamazdım pek. Arkadaş olmaktan kolay bir şey yoktu benim için o zamanlar. Yaşım ilerledikçe dostluğun arkadaşlıktan çok daha değerli bir durum olduğunu anladıktan sonra, herkesle kolay iletişim kuran ama herkesi yanına kolay kolay yaklaştırmayan, herkesin de yanına hemen yaklaşmak istenmeyen biri olup çıktığımı fark ettim.
Benim için yeni biriyle muhabbet başlatmak her zaman kolay olmuştur. Buna ister insan ilişkileri iyi deyin, ister konuşmayı çok seviyor deyin isterseniz de yeni insanlar tanımayı seviyor deyin; ister mesleki alışkanlık deyin; fark etmez. Aslında başlattığım konuşmaları, bulunduğum ortamla ve kişilerin kim olduğuyla ilgili olarak sınırlı tutmuşumdur hep. Bunu da çok az insan anlamıştır aslında. Aaa, Tülay çok konuşur, demek kolaydır da Tülay’ın ne konuştuğuna, daha doğrusu kiminle ne konuştuğuna dikkat etmek, tercih meselesidir. Zaten dikkat edenlerle devam ettim hep yola. Ta ki Nermin büyüyünceye kadar…
Nermin dünyaya geldikten sonra farklı zaman dilimlerinde fark ettim ki bu konudaki bütün önyargılarımın tuzla buz olduğu bir dönemi yaşıyorum ve bundan inanılmaz keyif alıyorum.
Nermin, karşısındaki kim olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun, onunla mesafeli samimiyetler kuruyor. Kolay arkadaş oluyor ama herkesle her şeyi yaşamak için ne kendine izin veriyor ne de karşısındakine… Sevdiği zaman da sahiden seviyor. Bütün hikâyesi, arkadaş olalım mı, sorusuyla başlıyor. Onuncu dakikanın sonunda bir bakıyorum, iki kız çocuğu el ele tutuşmuş, çoktan oyun kurmuş hatta ortak noktada buluşmuşlar bile… Kurulan bu arkadaşlıkların bazıları, biz anneleri de bir araya getiriyor ister istemez… Sanılanın ya da sandığımın aksine, belli bir yaştan sonra da pekala yeni arkadaşlar hatta dostlar edinebiliyormuş insan… Üstelik arada ciddi yaş farkları olmasına rağmen... Aklın yaşta değil, başta olduğu gerçeğinin altını şahane bir şekilde defalarca çizerek üstelik…
Nermin’in ilk arkadaşı, bebeklikten… Yan blokta oturan bu şahane insanlarla; önce çocukların anne babası, sonra komşu, sonra arkadaş, en sonunda da dost olmamız çocuklarımızın sayesinde oldu. Anne, benden on üç yaş küçük… En yakın arkadaşlarından biri, benim öğrencimmiş meğer… Baba, on yaş küçük… Onun kadar okuttuğum çok çocuk var. Ama zaten artık o yaşta olan kimse çocuk değil, bir zamanlar benim çocuğum olanlar bile artık, arkadaşım… Hatta bazılarının çocukları, benimkinden büyük… Bazılarıyla aynı anda hamileydik, okulumdaki anne –baba okullarına beraber gittik, birlikte kep attık. Anne baba olmanın bizi birleştirdiği noktada önce kendi çocuklarımla sonra da çocuklarımın yaşında olanlarla ne kadar da şahane arkadaş olabileceğimi gördüm.
Arkadaş olmanın, daha doğrusu insanlarla unvanınız ne olursa olsun anlaşmanın temelinde; ortak dünya görüşünün, alınmış aile terbiyesinin, hayata aynı pencereden bakıyor olmanın çok önemli olduğunu gördüm bir kez daha… İster anne baba olsun insan, ister öğrenci-öğretmen, ister sınıf arkadaşı; kumaşı tutuyorsa yaş farkı tamamen ortadan kalkıyormuş. İnsan çocukların birbirine sormayı seçtiği o soruyu içinden soruyormuş karşısındakine: Arkadaş olalım mı?
Annelerden biri benden on yedi yaş küçük, bir diğeri tam yirmi yaş… Onlarla aynı dili konuşabildiğimiz için kendimi çok şanslı görüyorum. Her gün bir şeyler öğreniyorum onlardan, her gün bir şeyler paylaşıyoruz hayatla ilgili… Çocuklarımızı bile daha yakından tanıyoruz, birbirimizi çok iyi tanıdığımız için…
Arkadaş olmanın ne kadar değerli olduğunu, aynı zaman diliminde, çocuklarımızın masumluğuyla birbirimizde de bir kere daha görüyoruz.
Nermin’in sözünü ettiğim bebeklik arkadaşı yakın bir zamanda, bilinen bir alışveriş merkezindeki oyun alanında, oldukça yüksekten düşerek bacağını kırdı. Tam sekiz hafta boyunca bir bacak tamamen, diğeri yarım şekilde alçıda kaldı. Bunu ilk duyduğum anda, burnumun direğinde hissettiğim sızıyı anlatamam. Yapılabilecek ne varsa yapma peşine düşmek zaten normaldi de içimde oluşan oyuğun günlerce geçmemesi beni hem şaşırttı hem de hayat olan bağımı kuvvetlendirdi. İyi bir şeydi, bütün bunları yeniden hissediyor olmak, sevinci de üzüntüyü de eşit derecede ve aynı anda yaşayabiliyor olmak…
Nermin, arkadaşını ilk ziyaretinden eve döndükten sonra bana, “Anne ben de aynı oyuncağa bineceğim, arkadaşım gibi düşeceğim, benim de bacağımı alçıya alacaklar ve ben de onunla aynı yatakta yan yana yatacağım,” dedi. Ona göre ancak bu olursa tam anlamıyla arkadaş olacaktı onunla…
Ne güzel değil mi?
Çocuk kalbinin masumiyeti ve o masumiyete ucundan kıyısından da olsa yeniden ulaşabiliyor olmak…
Birine, arkadaş olalım mı, demeyeli bin yıl olmuştur belki ama birileriyle yeni arkadaşlıklar kurmak hatta dost olmak, inanın hazine gibi…