Beş asırda üç göçle dağılan bir ailenin hikayesi ve babama veda!

Zehra ÇENGİL Köşe Yazısı
19 Temmuz 2023 Çarşamba

İlki beş asır önce gerçekleşen, üç zorunlu göçün ayırdığı parçalanmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Abdullah Tahir Çengil, yani benim babam…

1 Temmuz 2023’te ebediyete uğurladığım babamın, nasıl bir hayat mücadelesinin içine doğduğunu, yaşadığı acı tecrübeleri damıtarak nasıl şefkati, merhameti herkes tarafından anılan bir veda ile dualarla uğurlandığını, kendi soyumu keşfetme sürecimle birlikte anlatmak istiyorum.

Köklerime inme serüvenim, ilk olarak 2018 yılında devletin ‘Alt Üst Soy’ bilgilerini kullanıma açmasıyla başladı. Babamın baba tarafının, yani dedem Mehmet Şakir’in Giritli olduğunu, orada çok refah içinde bir yaşam sürdüklerini, mübadeleyle dönerken Girit’teki mal varlıkları karşılığında Eminönü’nden hanlar, Beyoğlu’ndan, apartmanlar verildiğini çocukluğumuzdan beri masal gibi dinlerdik. Ancak babaannem Suzan nedense tam bir kapalı kutuydu.

Babamın üst soylarını incelerken babaannem tarafında Mazalto Fortune, Mişon, Roza, Ester, Malkuna, Yehousha isimlerini görünce herkes gibi ben de sosyal medyada paylaşım yaptım. Babaannemin dedesi Mişon Saranga’nın ölüm kaydı yoktu, 1878’de Edirne Doğan Mahallesi’nde doğmasına rağmen ‘sağ’ görünüyordu. Paylaşımıma “Mişon dedemi bulmaya gidiyorum” yazmam, belki de hayatımın dönüm noktası olacaktı.

Nissim Saranga, Ben Zion Saranga (Soyadları sonradan Pafta olarak değişti)

Hemen gazeteci arkadaşlarımdan Ferhat M. Zupcevic, “Sen Yahudi kökenli miydin? Mutlaka araştırmalısın” diyerek hahambaşılıktan randevu almam için gerekli iletişim numarasını verdi. Bu sayede hayatımda yepyeni bir dönemin kapılarını aralamamda ilk taşı koyarak kocaman bir bina inşa etmeme yardımcı olan Emel Benbasat ile tanıştım.

Babam ve ben çok heyecanlıydık, çünkü o da anneannesini tanımasına rağmen annesi geçmişinden pek de fazla bahsetmediği için kendi ailesinin hikayesine hakim değildi.

Heyecanla babaannemi aradım; bir gazeteci olarak onu konuşturmak benim için farz olmuştu.  Burgazada’da yaşıyordu ve o zamanlar bilinci yerindeydi. Sürekli yanına gider, 85 yaşındaki Suzan ile iki genç kız gibi rakı-balık yapar, uzun yürüyüşlere çıkar, sabahları yüzmeye gider ve Galatasaray Lisesi mezunu, İstanbul beyefendisi, dönemin çapkınlarından dedem hakkındaki şikayetlerini, serzenişlerini dinleyerek birazcık rahatlaması adına ona yarenlik ederdim.

Bu kez elimde soy bilgilerimle babaannemin kapısını çaldım. Babaanneme, “Geçmişine dair ne varsa dinlemek istiyorum. Hiçbir detayı atlamadan Edirne’deki hayatınızı anlat babaanne” dedim… Çünkü biliyordum ki, insan geçmişini bilip tanımadan kendini asla bulamaz. Ve ben ailemizin eksik parçasını tamamlamaya ant içmiştim.

Suzan da, hikayesiyle birinin ilgilenmesinden son derece hoşnut bir şekilde başladı anlatmaya, meğer şimdiye dek susmasının sebebi -gördüğü baskılar dışında- kimsenin de sormamasıymış.

7 YAŞINDA BAŞLAYAN KARANLIK BİR DEHLİZ!

Edirne’de peynircilik ve şarapçılıkla uğraşan Mişon ve Roza Saranga’nın kızları Mazalto Fortune’nin kızı olarak hayata gözlerini açıyor babaannem. 1500’lü yıllara doğru Portekiz’den göç eden ailemiz, (o dönemki şartlar sonucunda) şu anda bu yazıyı okuyan birçokları gibi, kendine vatan olarak Türkiye’yi belirleyip Edirne’de Doğan Mahallesine yerleşiyor.  Çocukluğuna dair her şey toz pembe… Onu çok seven bir ailesi, mutlu olduğu bir şehir, gülümseyen ve huzur, barış içinde yaşayan komşular… Ta ki 7 yaşına kadar… Sene 1934… Henüz ilkokula başlamamışken, bir gece ansızın bütün eşyalarını topluyor ve apar topar Balat’a taşınıyorlar. Trakya Olayları onları da vuruyor ve Suzan’ın mutlu çocukluğu, birden tanımadığı bir semtte, kardeşiyle Ladino konuştuklarında babası tarafından ağzına acı biberler sürüldüğü, annesinin adını ‘Makbule’ olarak değiştirdiği, dininden döndüğünü (mühtediye) yazan kimlik kağıdını tuğlalarını çıkardığı bir duvara gömdüğü, çocukların komşularından gerçek kimliklerini, dinlerini babalarının baskısı yüzünden sakladıkları karanlık bir dehlize dönüşüyor.

 

Nezihe Yasemen, Mazalto Fortune Saranga, Roza Saranga, Suzan Yasemen

ŞARAPÇILIKTAN HAMALLIĞA; SİRKECİ’DEN İSRAİL’E!

Babamın anneannesi Mazalto Fortune Saranga, yeni adıyla Makbule ve eşi arasında din farklılığı olduğundan Mazalto’nun ailesi onu reddediyor. Kötü günler bununla da bitmiyor. Edirne’de peynircilik ve şarapçılıkla uğraşan Mişon, tüm malvarlığını orada bırakınca İstanbul’da hamallık yapmaya başlıyor ve ailenin birbiriyle bağlarının kopması yetmezmiş gibi bir de hiç alışkın olmadıkları şekilde anlatması güç bir fakirliğe sürükleniyorlar.

İspanya ve Portekiz’den Edirne’ye göç eden ailemizin, Edirne’den İstanbul’a kaçmak zorunda kalması da onları böyle yakıp geçiyor. Tüm bunlara dayanamayan babaannem Suzan’ın, sokaklarda şarkı söyleyecek kadar neşeli olan dayısı Yehoshua, 1948’de her şeyi bırakarak, büyük bir kederle İsrail’e yerleşiyor. Bir daha babaannem ne dayısından, ne de kuzenleri Ben Zion, Nissim ve Sara’dan asla haber alamıyor.

 

Suzan Yasemen, Zehra Çengil

BABAANNEMİN SON DİLEĞİ!

Geliyoruz 2018’e… Babaannem bana hayatımda alabileceğim en önemli görevi veriyor: “Ne olur bana İsrail’deki akrabalarımı bul kızım, bu benim son dileğim.” O zaman 91 yaşında ve ben onu mutlu etmek için dünyaları ayaklarının altına sermeye hazırım. Kendisi de alanında çok saygın bir oyuncu olan amcam Mehmet Esen’in katkılarıyla detayları iyice öğreniyorum ve başlıyorum araştırmaya.

Öncelikle Edirne hakkında kitap yazan tüm tarihçilere ulaşıyorum; Naim Güleryüz, Metin Delevi, Rıfat Bali, Sezai Balcı ve daha niceleri… Babaannemin elinde kalan tek fotoğrafı, babaannemin soy bilgileriyle beraber herkese yolluyorum. Edirne’yle ilgili tüm facebook gruplarına üye oluyorum; yetmiyor Facebook’ta İsrail ve Saranga kelimelerini birlikte aratıp bulduğum ne kadar Saranga varsa hepsine mesaj atıyorum, Linkedin’den yazıyorum, Edirne’den İsrail’e gidenlere ulaşıyorum. Bazen umut veren mesajlar alıyorum ama sonunda hep o soy ağacındaki bir kişi yanlış çıkıyor ve hayallerimiz domino taşı gibi yere yıkılıyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne gidiyorum, Osmanlıca bilen Prof. Doktor Sezai Balcı ile birlikte kayıtları çevirmek için saatler harcıyorum, yine de somut bir sonuca ulaşamıyorum. Sonra kaybolan sinagog kayıtları, elime geçen her kitabı okuma çabam derken Zincirlikuyu’daki Mezarlıklar Dairesi Başkanlığına gidiyorum ve Mişon Saranga tarafından alınmış, Roza’nın mezar kayıtlarını buluyorum. Doğru Hasköy Musevi Mezarlığı’na… Hahambaşılığın yardımıyla mezar taşının üzerindeki İbranice yazıyı okutuyorum ama onun da babamın anneannesi olmadığını öğreniyorum. Bu gelgitler ve mücadelem tam bir sene sürüyor.

Biricik babam bana her Allah’ın günü, bir önceki gün neler yaptığımı soruyor. Kendimi babam ve babaanneme bu armağanı vermek zorunda hissediyorum.

 

BAT YAM VE İSTANBUL’DA 90 YAŞINDA BİRBİRİ İÇİN ATAN İKİ KALP!

Bu arada nüfus müdürlüklerinin kapısını aşındırmaya devam ederken, Yehousha’nın yan soy olduğunu ve onun kayıtlarını almam için mahkemeye başvurmam gerektiğini söyleyen hanımefendi, birden “Soyadı Pafta mıydı” diye ağzından kaçırıyor… Hem Saranga hem Pafta üzerinden araştırma yaparken dünyanın her yerinden insanların soy bilgilerini yüklediği ‘Geni.com’ adlı sitede Ben Zion Pafta ismine denk geliyorum. Ekim ayında Haim Pafta’dan facebook üzerinden, kasım ayında da hiçbir sosyal medya hesabı olmayan Ben Zion’dan Linkedin’den mesaj kutumda kalbimi yerinden fırlatacak mesajlar alıyorum… Haim, Nissim’in oğlu, Ben Zion ve Lilach Pafta ise Yehousha’nın çocuğu Ben Zion’un torunları çıkıyor.

Onların da organizasyonuyla, Ben Zion’un İstanbul’dan göç etmiş eşi Fortune yani onların büyükannesi ile kendi babaannem arasında bir Skype görüşmesi ayarlıyoruz. Bat Yam ve İstanbul’da birbirlerini görmek için atan, her biri 90 yaşlarında iki kalp! Görüşme o kadar duygusal geçiyor ki Fortune yarı Türkçe yarı İbranice gözyaşları içinde o günlere olan özlemini anlatıyor hatta görüşme sonunda duygu yoğunluğundan fenalaşıyor. Babaannem ağlıyor, biz ağlıyoruz, diğer torunlar ağlıyor ve bu görüşme kişisel tarihimizin en önemli anıları arasında yerini buluyor.

O günden sonra İsrailli akrabalarımız Lilach ve Ben Zion Pafta ile aramızda sevgi dolu bir ilişki oluşuyor. Eski, sararmış fotoğrafları kim bulursa birbirine yolluyor, çünkü onlar hepimiz için hazine değerinde.

BAŞKA BİR EVRENDE GÖRÜŞMEK ÜZERE BABAM!

Şimdi babaannem kimi zaman bizi hatırlıyor, kimi zaman tanıyamıyor. Babam ise 70 yaşında, erkenden ve biz ona doyamadan aramızdan ayrıldı, gitti ansızın. Yukarıdaki hikayeyi okudunuz, eğer ben hayata bu kadar sıkı tutunuyorsam ve soyadını değiştiren İsrailli akrabalarımızı bile bulacak kadar gözü kara isem hepsini babam ve anneme borçluyum.

Babalarımızı yaşarken pamuklara sarmanın ne kadar kıymetli olduğunu, bir gün hayat bize acı bir şekilde öğretiyor. Neyse ki yumuşacık kalbi, nezaketi, yardımseverliğiyle ardından tek bir kötü kelime duymadığımız babamızın bizden razı olduğunu söylediği evlatlar olduk. Kendisi mutlu bir çocukluk yaşayamayan Abdullah Tahir Çengil, eşi Gülseren’e ve evlatları Ahmet İhsan ve bana yeryüzünde cenneti yaşattı. Şimdi acımız çok taze, yattığı yer de babacığımızı incitmesin. Başka bir evrende görüşmek üzere babacığım. Seni çok seviyoruz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün