Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yeni hükümet içerisinde ekonomi yönetiminin yeniden şekillendiğini gördük.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz önceki dönemlerde kalkınma bakanlığı, başbakan yardımcılığı yapmış bir isim. Şimdi çok ihtiyaç duyduğumuz ancak Eski Türkiye’de kalan ‘Devlet Planlama Teşkilatı’ kökenli. Ekonomiden iyi anlayan ve devlet tecrübesi olan birinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması ekonomi yönetimi açısından bir avantaj.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Hafize Gaye Erkan da dışarıda iyi bilinen, özellikle yatırımcılar nezdinde güven duyulan isimler.
21 Temmuz 2023 tarihinde Cumhurbaşkanı Yardımcı Cevdet Yılmaz İstanbul’da iş insanları ile bir araya geldi. Açılış konuşması basına açık olduğu için ben de dinledim. Geçmişte de yeni gelen ekonomi yönetimlerinin kendilerini ifade etmeye çalıştıkları toplantılara çokça katıldığım için bana tıpkı bir dizi filmin yeni sezonunu izliyorum gibi geldi.
Bu tür toplantılarda konuşmacı önce Türkiye’nin olumlu verilerini sunar. Sonra nasıl başarılara imza attıklarını anlatır. O sırada siz konuşmacıyı dinlerken, “E madem her şeyi iyi, o zaman neden sürekli ekonomi yönetimi değişiyor? Neden bu toplantıyı yapıyorsunuz? Madem her şey yolunda ülkede enflasyon neden savaş dönemini andırıyor?” vs. sorularını içten içe sorarsınız. Konuşmacı size görüşlerinizi sorar hatta notlarını alır. Sonra uygulamada aslında bunlara çok da itibar edilmediğini görürsünüz. Bu toplantılar böyle gider.
Ekonomi yönetimi göreve gelince herkesin beklentisi uzun zamandan bu yana uygulanan Türkiye’yi bambaşka bir yere taşıyacağı söylenen ‘Türkiye Ekonomi Modeli’nden vazgeçilmesiydi. Çünkü bu modelle vaat edilen hiçbir şey gerçekleşmediği gibi Türkiye kısa sürede çok yüksek bir enflasyonla ve kurun uzun dönem sabit tutulması nedeniyle rekor dış ticaret açığı ve cari açıkla karşı karşıya kaldı. Rekor cari açığın her ay yeni rekorlara koşması Türkiye’yi neredeyse bir döviz darboğazının kıyısına kadar taşıdı.
Hükümetin öncelikle bu iki konuya çözüm bulması, bununla birlikte biriken sorunların giderilmesi ve artık regülasyonlar ekonomisi haline gelen ekonominin rahatlatılması temel beklentilerdi.
Daha önceki sezonlarda gördüğümüz gibi ‘şeffaflık, öngörebilirlik ve hesap verebilirlik’ kavramlarını ülkemizde çok seviliyor. Bu kavramlar izleyicinin bir sezon daha aynı diziyi izlemesi adına çok önemli. Nitekim yeni ekonomi yönetimi öncelikle ‘ekonomide rasyonelleşme’ diyerek mevcut ekonomi politikalarının terk edileceğini müjdeleyince ilk büyük heyecan yaşandı.
Gerçi Türkiye Ekonomi Modeli uygulamasıyla yüksek enflasyonun temelini atan ve yüksek cari açığa politikalara imza atan önceki ekonomi yönetimi bir hesap vermemişti hatta başarılı bulunmuş olacaklar ki başka yerlere atanmış ya da milletvekili olmuşlardı. Bir anlamda hesap verebilirlik havada kalmıştı ama yine de acaba bu sezon farklı bir uygulama görebilecek miyiz heyecanı hepimizi sardı.
Merkez Bankası’nın ilk toplantısı enflasyonla mücadele adına ne kadar rasyonel olunacağının ilk testi oldu. Bu testin çok başarılı olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Merkez Bankası tarafından da herhangi bir iletişim yapılmadığı için ilk toplantı öncesi beklentiler çok geniş bir aralığa yayıldı. Faiz artışı beklentinin en altının bile altında kalınca moraller bozuldu.
Avrupa Birliği’ne yönelik verilen olumlu mesajlar aslında batı sermayesine yönelik de bir göz kırpmaydı. Daha önce büyük bir heyecanla göreve gelen Naci Ağbal’ın başına gelenler içeride çabuk unutulsa da dışarıda hala bunun izlerinin taşındığı görülüyor. O nedenle Avrupa Birliği ile yeniden bir yakınlaşma ekonomi yönetimi açısından bir çıpa görevini göreceği düşünüyor olmalı.
İlk sınavın biraz başarısız geçmesi ve arkasından gelen yüksek vergi artışları yılsonu enflasyon beklentilerini bir anda yukarı taşıyınca, acaba enflasyonla gerçekten mücadele etmek isteniyor mu sorusu sorulmaya başlandı.
Büyük merkez bankalarının enflasyonla mücadele sürecinde tıpkı bizim merkez bankamız gibi para miktarını azaltmaya çalıştıklarını gördük ve halen de buna devam ediyorlar. Ancak bu uygulama temel bir faiz politikası çerçevesinde gerçekleşiyor. Bizim Merkez Bankamız ise enflasyonla mücadelede para politikasının en etkili aracı olan ‘faiz’ etkisinden yararlanmak yerine para politikasına yardımcı araçları kullanmayı daha çok tercih ediyor gözüküyor.
Türkiye’nin yumuşak karnı şüphesiz döviz. Kurdaki artış hem enflasyon olarak geri dönüyor hem de içeride döviz talebini döviz daha da gidecek endişesi ile artırıyor. Çözüm bulunması gereken husus gerek firmaların gerekse de vatandaşın kurun artmayacağına ikna olması. Mevcut uygulamalarla şimdilik bu mümkün gözükmüyor.
Bence hükümetin birinci önceliği enflasyon değil. Faiz artışı ikinci toplantıda da beklentilerin altında kalınca benim gibi düşünenlerin sayısı artmaya başladı.
Hükümetin en çok çekindiği konu yine bence ‘Döviz Darboğazı’. O nedenle birinci öncelik kaynak temini gibi duruyor.
İlk gidilen yerler daha önce bize döviz depo hesabı ya da swaplar yoluyla destek olan Körfez ülkeleri. Bu kez daha uzun dönemli projelerin gündemde olduğu anlaşılıyor. Yine de önemli.
Asıl kaynak beklentisi portföy yatırımları yoluyla Batı sermayesi. Portföy yatırımları yoluyla gelen para ‘Sıcak Para’ olarak adlandırılsa da ülkelerin ekonomik şartlarına göre bu para öngörülenden çok daha uzun zaman ülkelerde kalabiliyor. Ancak ‘ekonomi yeniden serbest piyasa koşullarına geri dönmeden’ bu para gelebilecek gibi de durmuyor.
Umarım artık yıllardır senaryosu aynı ancak oyuncularının farklı olduğu bu korku filminin son sezonu olur ve daha iyi koşullarla karşılaşırız.