Oppenheimer ve 'Yahudi fiziği'

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 2 yorum
2 Ağustos 2023 Çarşamba

Tarih, 1945’in bir ekim günü.

Diğer bir deyişle, ABD’nin iki Japon şehrine atom bombası atmasından iki ay, hemen akabinde Japonya’nın teslim olmasından sonraki günlerden biri…

Yer, Beyaz Saray, Başkan’ın odası. Mekânda üç kişi bulunmakta; Başkan Harry Truman, genel sekreteri ve ‘atom bombasının babası’ olarak tarihe geçen ünlü bilim insanı.

Truman, kendisine, dünyayı değiştirdiği ve büyük savaşın bitmesini sağlayan atom bombasını geliştirdiği için diplomatik bir dille teşekkür eder. Kahramanımız tevazuyla karşılık verir ancak bir an için sessizliğe düştükten sonra, “Ama Başkanım elimde kan var” der. Truman çok şaşırır. Karşısında ikonik kahraman değil, sanki pişman olan biri vardır. Truman, alay edercesine beyaz mendilini çıkarır ve bilim adamına verir gibi yapar.

Sonra, atom bombasının test edildiği yer olan Los Alamos’u ‘ne yapalım?’ diye sorar, aldığı cevap hiddetlendirir Başkan’ı: “Kızılderililere geri verelim.” Truman sekreterine işaret çeker ve kahramanımız odanın dışına alınır, kuru bir uğurlamayla. Sonra da Başkan sekreterine, “Bir daha bu bilmem ne çocuğunu görmek istemiyorum burada” der…

Kahramanımız, Robert Oppenheimer’dır. ABD’nin 20. yüzyılda yetiştirdiği en ünlü fizikçi,

II.Dünya Savaşı’nın ikinci yarısında atom bombasının yapılması için kurulan, asker ve bilim insanlarından oluşan, 6 bin kişilik araştırma ekibinin başındaki simge insan…

***

Yahudi dini ve geleneklerinden uzak ama laik Yahudilik kültürünü içselleştirmiş, varlıklı bir anne-babanın iki erkek çocuğundan büyüğü olan Robert, parlak, araştırmacı ve sorgulayıcı zekasıyla ülkenin en başarılı okulu Harvard’dan 18 yaşında mezun olur. Kimya, matematik ve fizikte büyük başarılarını deneysel fiziğe kaydırmaya karar verip kuantum fiziğinde ABD’den ileri olan İngiltere’de Cambridge’e gider. Deneysel fiziği sevmeyip teorik fizikte karar kılıp özellikle Alman Yahudi bilim adamlarının odaklandığı kuantum fiziğine yaslanıp Almanya’ya doktora eğitimi almaya gider. Sadece 22 yaşında fizik dalında doktor unvanını alıp kuantum fiziğini ABD’de ilerletme adına 1927’de teorik fizik uzmanı olarak memleketine döner.

Harvard ve daha sonra Kaliforniya Üniversitesi’nde ününe ün katar.

Bu arada ailesinin geleneğinde olmayan, ama kardeşiyle geçirdiği entelektüel ve siyasi tartışmalarla birlikte onun gibi o günlerde yükselmekte olan komünizm ideolojisine yakınlık duyar; Amerikan Komünist Partisi ile yakınlaşma yaşamasına rağmen kardeşinin aksine hiçbir zaman partiye üye olmaz. Maaşının bir kısmını parti yoluyla İspanyol iç savaşında mücadele eden direnişçilere, bir kısmını da Nazilerden ülkesine kaçan Alman Yahudi profesörlerine gönderir.

Bu beklenmedik siyasi yönelim elbette Amerikan istihbaratının gözünden kaçmayacak, Oppenheimer’ın üniversitedeki ve siyasi oluşumlarla ilgili aktiviteleri yakın gözlem altına alınacaktı. II. Dünya Savaşı tüm hızıyla devam ederken 1941’de FBI gizlice soruşturma açar. Nazilerle savaşırken bile sözde müttefiki Sovyetlerin ideolojisi komünizmin yarattığı paranoyaya koca ülke yenik düşerek parlak çocuklarını bile harcamaktan çekinmez.

Lakin umulmadık bir gelişme olur; ABD yönetimi Nazilerin atom bombasını yapmalarından çok koktuğundan bunu kendilerinin gerçekleştirmesine yönelik, nükleer silah ve bomba yapma ve geliştirmeyi hedefleyen gizli büyük projeye -Manhattan Projesi- start verir ve tüm bilim dünyası ve istihbaratın şaşkın bakışları arasında Oppenheimer’ı projenin başına geçirir. Nasıl oluyordu da ‘solcu’ hatta komünist ve o güne kadar hiçbir çalışmaya liderlik etmeyen mütevazi bir bilim adamına, devletin yatak odasına sokacak kadar güveniliyordu? Cevabı basitti. Ne olursa ve kim olursa olsun, nükleer enerjinin kalbi olan kuantum fiziğinin gurusuna güvenmişlerdi. Zira zamana karşı yarışılıyordu ve Almanları durdurmanın yegâne yolu atom bombası idi.

Oppenheimer, Almanların bunu başaramayacağını, projenin askeri başkanına yarı şaka yarı ciddi şöyle açıklayacaktı: “Rahat olun, yapamayacaklar zira onların düşmanı antisemitizm bunu önleyecek. Kuantum fiziği Yahudi bilim adamları tarafından geliştirildi. Almanlar bunun ‘Yahudi fiziği’ olduğuna inandıklarından bu projeyi gerçekleştirecek ne motivasyonları var ne de bilim adamları!”

Kuantum bilimcilerinin tamamı ölüm kamplarına düşmeden, kuantuma hep şüpheyle bakan Einstein başta olmak üzere hepsi ABD’ye kaçmıştı bile. Manhattan Projesi’nin en üst sekiz yönetici bilim insanından altısı Yahudi’ydi.

Robert, Manhattan Projesi için küçükken babasının onu ata binmeyi öğrettiği New Mexico eyaletinin orta yerinde bir çöl kasabası olan Los Alamos’u seçtirir ABD yönetimine, 1943’te.

Tamamen kamuoyundan saklanan proje başarıyla sonuçlanır ve 1945’te yapılan büyük denemeden birkaç hafta sonra bir türlü teslim olmayan Japonya’yı dize getirmek amacıyla Nagasaki ve Hiroşima’ya devasa bombalar atılır. Toplamda 200 bin masum Japon’un katledildiği bombalama sonucunda Japonya teslim olur, Nazilerin de Sovyetlere yenilmesiyle beş yıl süren ve toplam 80 milyonun öldüğü büyük savaş sona erer.

Oppenheimer arkadaşlarına “Bu bombaların Nazilere atılmasını tercih ederdim ama savaşın bitmesi için maalesef bu gerekliydi” der. Nükleer bombanın yıkımının, bu silahın bir daha kullanılamayacağının garantisi olduğunu düşünür ve sonra vicdan muhasebeleriyle geçirir yıllarını. Ölen Japonların yanmış cesetlerinin fotoğraflarına bile bakmaya karşı gelir, unutmaya çalışmak ister ama başaramaz.

Amerikan yönetimin karar aldığı ve daha büyük yıkıma meydan verebilecek hidrojen bombası projesine kesin bir tavırla karşı çıktığında yönetimin hedefi olur.

Ona karşı 1941’de açılan ve buzdolabına konmuş sorgulama dosyası daha kapsamlı olarak açılır ve Oppenheimer olası bir Sovyet ajanlığı ile de suçlanarak Amerikan Devleti ile tüm siyasi ve bilimsel ilişkilerden men edilir, 1954’te.

Sonraki yaşamını üniversite ve özel kurumlarda yapacağı bireysel çalışmalarla geçirir. 1964’te gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkınca Başkan John F. Kennedy kendisine bilim ödülü verir. Ancak 2022’de yanlıştan tam dönülür, Biden hükümeti 1954 kararını yok hükmünde sayar.

Ruhsal gelgitlerle yaşadığı son yıllarında Avrupa’ya ve 1966’da İsrail’e konuşma yapmaya davet edilir. Amerikan yönetimlerinin aksine oralarda kahraman edasıyla karşılanır.

***

Oppenheimer 1967’de gırtlak kanserinden öldüğünde cesedinin külleri eşi tarafından son yaşadıkları kıyı kentinin sularına atılır…

Atom bombasını test etmelerinin öncesinde Hint mistik lideri Bhartṛhari’nin şu dizelerini arkadaşlarına okuduğu söylenir:

“Savaşta, ormanda, dağların başında,

Karanlık büyük denizde, okların ortasında,

Uykuda, şaşkınlıkta, utancın derinliklerinde,

İnsanın daha önce yaptığı iyilikler onu korur.”

Başarılı testin sonrasında ise, “Dünyaların yok edicisi, ölüm oldum ben, şimdi” der.

Dünyayı değiştiren Oppenheimer’ı bugünün değil savaş zamanının ruhuyla değerlendirmek en isabetli bakış açısı olacak…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün