Türkiye, İsrail'in 'en çok hangi hakkını' savundu?

Dr. Remzi ÇETİN Köşe Yazısı
9 Ağustos 2023 Çarşamba

Türkiye Cumhuriyeti, İsrail Devleti’ni Mart 1949’da tanıdıktan sonra -ki bu tanıma, ilk kez nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülke tarafından gerçekleşmişti- iki ülke ilişkilerinin devamlılığı ve dengesi, kimi zaman durağan bir hâl almıştır. Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında, özellikle Türkiye, İsrail’le ilişkilerini perde arkasından yürütmeyi tercih etmiş ve Arap ülkelerini bu konuda kendinden uzaklaştırmak istememiştir. İsrail’in her savaş sonrası aldığı galibiyet ve bölgedeki Filistin sorununun içinden çıkılamayacak boyuta ulaşması karşısında Türkiye’yi en çok zorlayan durum ise 1967 Altı Gün ve 1973 Yom Kipur Savaşı sonrası yaşanan gelişmelerdir. İsrail ve Arap ülkeleri arasında zorlu bir denge oluşturmaya çalışan Türk dışişleri, Arap coğrafyasıyla olan dini ve kültürel bağlarının yanı sıra, dış politikasındaki ‘petro-politik’in de her geçen yıl önem kazanmasıyla Körfez ülkelerine ilgisini artırmıştır.

‘Bir Var-Bir Yok’ Arasında Kalan İlişkiler

Türkiye-İsrail ilişkilerinin yürütümünde en çok zorlanan tarafın Türkiye olduğunu ifade etmeliyim. Öyle ki Türkiye, bir taraftan İsrail’le ilişkilerin devamının kendisine, istihbari ve diplomatik olarak yarar sağladığının bilincindeyken; diğer taraftan, Arap Ortadoğu’sunu etkilemek için sıraya giren Fransa gibi ülkelerin gerisinde kalmak da istememekteydi. Charles de Gaulle Fransa’sı, Araplarla ilişkileri geliştirip üzerlerindeki imajını artırıp İsrail’e mesafeli yaklaşırken, Türkiye’nin bu konuda daha ihtiyatlı davranması gerekiyordu. Bu nedenle özellikle, Adalet Partili Süleyman Demirel iktidarlarından Cumhuriyet Halk Partili Bülent Ecevit hükûmetlerine dek İsrail’le ilişkiler, ‘bir var-bir yok’ arasındaki gri alanda kalmıştır. Yine de Türkiye, 1950-1980 arasındaki hem Arap-İsrail hem Filistin-İsrail ihtilafında hem de Araplar arası mücadelede, İsrail ile ilişkileri sürdürme isteğinden yana tavır koymuştur.

İslâm Konferansı Örgütü ve Türkiye

Türkiye çoğu zaman, Arap ülkelerinin yanında İsrail’e tepki gösteren tarafta yer alacak; ancak bu tepkinin dozunu, İsrail’i kendinden uzaklaştırmaksızın gerçekleştirecektir. Ankara’nın bu tutumunu, İsrail’i tümüyle ‘yok sayan kararlar’ söz konusu olduğunda daha açık görebiliriz. Örneğin; sadece İslâm Konferansı Örgütü (İKÖ) nezdinde çıkan kararlar incelendiğinde buna daha çok şahit olmaktayız. 1969 yılı, Arap-İsrail hattı için gerilimin zirve yaptığı bir yıl olacaktır ki zaten, Altı Gün Savaşı’nın etkileri henüz devam ederken Mescid-i Aksa’da çıkan yangın, gerilimi daha da artıracak ve söz konusu kundaklama olayı, İslâm Dünyası’nda infiale yol açacaktır. Bu elim olayın ardından İKÖ kurulacak ve Türkiye de kurucu ülkelerinden olacaktır.

İsrail’e Rağmen İsrail’in Yanında…

İKÖ’nün Eylül 1969’da, Fas’ın başkenti Rabat’taki ilk zirvesinde Türkiye, Arap ülkelerinin İsrail’le ‘her türlü ilişkilerin kesilmesine’ dair kararına karşı çıkmıştır. Kaldı ki Türkiye, öncesinde, İsrail’le barış ve müzakere yapmamaya ve İsrail’i tanımamaya yönelik 1967 Hartum Kararlarından çıkan ‘3 Hayır’ (3 Noes) politikalarına da katılmamıştır. Devam eden yıllarda, özellikle Yom Kipur Savaşı sonrasında toplanan II. İKÖ zirvesinde de İsrail’le ilişkilerin kesilmesi kararına, dönemin Dışişleri Bakanı Turan Güneş karşı çıkıp söz konusu karara çekince koymuştur. Diğer taraftan, Sovyetler’in İsrail’le savaşan Arap ülkelerine silah sevkiyatı yapmak için Türk hava sahasını kullanma talepleri, Türk makamları tarafından reddedilmiştir. Görüldüğü gibi Türkiye, Birleşmiş Milletler oylamalarında kendisinin genel tutumu olarak Arap ülkelerinden yana tavrını koysa da İKÖ ya da çeşitli Arap başkentlerinde alınan kararlarda, Arapları incitmemeye özen göstererek ‘İsrail’e rağmen İsrail’in yanında’ yer almayı sürdürmüştür.

Söz konusu İsrail’in ‘Var Olma Hakkı’ Olduğunda…

Bu durumda Türkiye’nin yukarıda örneklendirilen olay ve kararlarda, İsrail’in en çok hangi hakkını savunduğunu söyleyebiliriz? Ankara, Soğuk Savaş boyunca, İsrail’le her türlü ilişkilerin kesilmesi teklifleri temelinde, İsrail’in varlığını sorgulayan ya da yine, İsrail’in ‘var olma hakkı’nı tanımayan (right to exist) kararlara ya karşı çıkmış ya da şerh koymuştur. Türkiye’nin İsrail’e karşı tepki, yaklaşım ve yakınmaları, Arap ülkeleriyle aynı tonda seyrederken; İsrail’in bölgede var olma hakkı ile sürekli mevcudiyeti (permanent presence) söz konusu olduğunda, Arap kolektif hareketinden ayrıldığı görülmektedir. Aynı hassasiyeti, İsrail tarafında ise Türkiye’nin terörle mücadele (geçmişte ASALA örneğindeki gibi) ve yakın dönemde Suriye’nin Kuzey’ine düzenlediği Barış Pınarı, Fırat Kalkanı gibi operasyonlarında Ankara’ya sağladığı istihbari ve diplomatik destekte görebiliriz. İran’ın özellikle, Fırat Kalkanı Harekâtı’na ilişkin Türkiye’yi suçladığı ve harekâta karşı çıktığı demeçlerini hatırlatmamıza gerek yok sanırım.

Arap Ülkelerinin Türkiye’yi Tedirgin Eden Politikaları

Türkiye’nin İsrail’in var olma hakkını kendisine sınır belirlemesinin en önemli nedeni, bu yazının ilk cümlesinde yer alan sadece 1949 tanıması değil; aynı zamanda Arap ve Filistinli yöneticilerin Türkiye’nin de hassas olduğu uluslararası olaylar karşısında tutarsız ve Ankara’nın kabul edemeyeceği şekilde hareket etmeleridir ki bu tarz Arap politikaları, Türkiye’yi yüksek derecede tedirgin etmiştir. Örneğin Kore Savaşı’nda Adnan Menderes iktidarı, NATO ittifakına eklemlenmek için yoğun çaba sarf ederken; Arap ülkelerinin, ABD-NATO kanadına destek vermeyip Sovyet-Çin bloğuna daha yakın durmaları ve İsrail’in de Türkiye gibi, NATO tarafında pozisyon alması İsrail’i, Türkiye’nin gözünde cazip kılmıştır. Diğer bir örnek; Saddam’ın Kuveyt’i işgali sırasında, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Saddam yanlısı tutum sergilemesidir. Saddam’ın işgal sırasında, İsrail topraklarına 39 Scud füzesi göndermesi, Türkiye’nin tehdit algılamalarında üst düzey alarm oluşturduğundan Ankara, İsrail’in var olma hakkını her platforma desteklemiştir. Son örnek ise bilhassa çarpıcıdır ve bu konuyu önemli gördüğüm için 12 Nisan tarihli Şalom’da bir yazı kaleme almıştım. Arap devletleri ile Filistinliler ne yazık ki Bulgaristan Türklerinin 1989’da göç ettirilmesine İsrail kadar tepki vermeyecek ve Türkiye, faşist Jivkov’a karşı mücadelesinde İsrail’in desteğini takdirle karşılayacaktır. Ayrıntıları, ilgili yazımda bulabilirsiniz.

Türkiye-İsrail Arasında Değişmeyen Tek Gerçek

Tüm bu anlattığım örnekler ve tarihi arka plandaki gerçekler ışığında Türkiye, Arap ülkelerinin tepkisine karşın İsrail’in var olma hakkını her konjonktürde, (2008-2020 arası ilişkilerin durağanlaştığı dönemde dahi) tavizsiz sürdürmüş ve sürdürmektedir. Her iki ülkenin de 2008 Aralık’ından sonra gerilen ilişkilerinde bir süre, ‘çalıyı dolanıp da merkeze (fabrika ayarlarına) geldikleri’ günümüz ilişkileri arasında değişmeyen tek şey, Türkiye’nin İsrail’in var olma hakkına saygı duyması ve bunu savunması; İsrail’in ise Türkiye’siz bir Ortadoğu denkleminin uzun vadede sürdürülebilir olamayacağı gerçeğini bir kez daha fark etmesidir. Bu gerçek devam ettiği ve dinamikliğini koruğu sürece, suni ve dezenformasyona dayalı gündem yaratma ya da ikili ilişkileri baltalama hedefindeki müdahalelerin, işe yaraması da mümkün gözükmemektedir.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün