Binlerce yıldır önce düşünürler sonra da iktisatçılar ‘adil fiyat’ nedir onu bulmaya çalışıyor. Kimi için ‘alın teri’, kimi için kıtlık en önemli parametre oldu. Bazen hükümdarlar fiyatı tespit etmeye çalıştı. Hiçbiri tam olarak adil fiyatı belirleyemedi. Nihayetinde kerhen de olsa herkesin anlaştığı yer şurası oldu: Sağdan soldan kimsenin burnunu sokmadığı bir piyasada, Alıcı ile Satıcı’nın el sıkışıp razı olduğu fiyat.
‘Kerhen’ dememin bir sebebi var elbette: Arz ile talep serbest şekilde buluşup anlaştığında bazen sosyal faydanın önüne çıkan problemler olabiliyor. Fiyat çok düşük kalırsa üretici zarar görüyor, bazen üretmekten vazgeçiyor, fiyat çok yükseldiği kaldığı zaman ise hayat pahalılığı oluyor ve sosyal dokuya zarar veriyor. Dolayısıyla ‘devlet’ bu gibi durumlarda kendinde müdahale hakkı görüyor. Ancak müdahale biçimleri de başlı başına sorun olabiliyor. Tavan fiyatı konduğunda karaborsa oluşabiliyor, taban fiyatı konduğunda ise tüm işlemler bu fiyattan yapılıyor hatta arka kapıdan iskontolu satan da oluyor. Dolayısıyla devlet piyasaya müdahale biçimini doğru seçmez ise amaç hasıl olmuyor, yan etkileri vatandaşı daha fazla bezdiriyor.
Bahsettiğim yan etkiler aslında tüm piyasalar için geçerli: Emek piyasası, gayrimenkul piyasası, döviz piyasası, para piyasası, emtia piyasası, sermaye piyasası vs. Buradaki fiyat oluşumlarına sürekli müdahale edilirse bir süre sonra alıcı ve satıcı davranışlarında bozulmalar meydana geliyor, önce fırsatçılık sonra bozgunculuk başlıyor. Hatta devletin bu gücünün farkına varanlar, kendi menfaatleri için siyasete baskı yapıyorlar. Tüm bunları önlemek için iki önemli öğemiz var: Ahlak ve akılcılık.
Bir zümre ya da grubun doğrudan veya dolaylı olarak faydasına yapılan her türlü kamu eylemi, toplumun zararına olabiliyor. Çıkarılan teşvikler ya da ithalat engelleri hayat pahalılığı yarattığı gibi, başka sektörlerin zararına sonuçlar üretebiliyor. Dolayısıyla karar alıcıların dikkat etmesi gereken nokta şu: "Vatandaşlar kendi menfaatlerine taleplerde bulunabilirler, ancak bu taleplerin gerçekleşmesi sonucunda oluşacak yan etkileri, talep edenlerin kazançları karşısında başka kesimlerin ne kaybettiği, talebin toplumsal faydaya uygun olup olmadığı, ülkenin geleceği için faydası olup olmadığı, geçmişteki tecrübeler dikkate alınarak enine boyuna incelemek ahlak ve akılcılık gereğidir."
Bugüne kadar devletin dövizden dış ticarete, akaryakıttan tarıma, ücretlerden enerjiye kadar birçok yere müdahale ettiğine şahitlik ettik. Diğer taraftan tüm bu müdahaleler neticesinde nispi fiyat dengesinin, fiyatlama davranışlarının, piyasaların ve en kötüsü huzurun bozulduğunu gördük. Demek ki, bu müdahaleler genellikle toplumsal fayda yaratmamış aksine zarar vermiş gözüküyor. Bunları niye yazıyorum?
Seçimlere doğru bürokrasiye yeni atanan ya da yeniden atananlar olduğu gibi, özel sektörde de görev değişimleri yaşanıyor. Kritik karar alıcılara bilgi veren konumda olan dostlara "patronu memnun etmeye çalışma, kurumun ve toplumun menfaatine çalış" diye hatırlatmak istiyorum. Unutmayın ki kısa vadeli çözümler genellikle uzun vadeli sorunlar yaratır. Buradan hareketle, "Evde ve okulda öğrendiklerimi nerede tatbik edeceğim?" diye soranlara cevabını da vermiş oluyorum. Ahlak ve akılcılık sonradan öğrenilmez. Tecrübe ile bu açığı kapatmak her zaman mümkün olmaz.