İsrail’de hükümete karşı sekiz aydır süren bağımsız yargı protestoları, tüm dünyaya bir kez daha İsraillilerin demokrasiye inançları ve demokrasiyi kısıtlayıcı herhangi bir girişim karşısında onu, hangi düzeyde ve eylemde savunabileceklerini göstermesi açısından değerliydi. Söz konusu protestolar başladığında Şalom’da, konuya dair ‘İsrail Hukuku Yol Ayrımında’ ve ‘Hukuka Boyun Eğmeyen Demokrasi, Demokrasi Değildir’ başlıklı yazılar kaleme almıştım. İsrail hukuku ve İsrail’in demokratik yapısıyla ilgili söyleyeceğim çoğu şeyi ifade ettiğim için bu yazıda, yargıyı kuşatma hareketine karşı gösterdikleri demokratik tepkilerde İsraillilerin aslında, tüm dünyaya neyi kanıtladıklarından bahsedeceğim.
Yargı ve Yürütme Arasındaki Denge Aşınırken…
Demokratik değerler, sadece devletin denge ve kontrol mekanizmalarınca değil; doğrudan halk tarafından da nasıl korunacağını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Ortadoğu’nun tek demokrasisi olarak nitelediğimiz İsrail’in hukuk sistemini budamak isteyen yürütme erkine karşı sokakları dolduran İsrailliler, hükümete kısmi geri adım attırmıştı. Kudüs’teki hükümetin, göreve geldiği günden bugüne aldığı tartışmalı kararlarla yargı ve yürütme arasındaki dengenin İsrail siyasi tarihinin hiçbir evresinde bu derece aşındırılmaya çalışılmadığı, su götürmez bir gerçektir; ancak Netanyahu’nun -koalisyondaki diğer aşırı sağcı ortakların baskılarının da etkisiyle- yargının gücünü törpüleme girişimlerine son vermesi, kısa vadede pek de mümkün gözükmemektedir.
İsrail’de Hakkını Arama Cesareti, Her Dönemde Diridir
İsrailli sağcıların ve bu yasa tasarısını destekleyenlerin gözden kaçırdıkları durum ise hiçbir bahane ya da gerekçenin, hukuku sınırlama gibi bir eylemi haklı çıkaramayacağını, bir türlü kabullenememeleridir. Aylardır yazılarımda ve ifadelerimde şu noktayı vurgulamaktayım ki İsrail’in demokrasisi masa başında değil; sokaktan doğan mücadele ruhuna sahiptir ve İsrail halkının ‘hakkını arama cesareti’ her dönemde diridir. Bu gerçek, Ortadoğu coğrafyasında yer alan ve Ortadoğu halkları kültürü içindeki bir ülke için şaşırtıcı olduğu gibi, geçmişte çoğu kez de kanıtlanmıştır.
1980’lerden Günümüze İsraillilerin Demokratik Haykırışları
1982’deki Lübnan Harekâtı’nda dönemin sağcı iktidarı Menahem Begin ve özelinde, Savunma Bakanı Ariel Şaron’a karşı gerçekleştirilen protesto gösterilerine, 500 binden fazla İsraillinin katılıp Tel Aviv (Rabin) meydanında seslerini haykırmaları sadece Ortadoğu halklarınca değil; uluslararası toplumca da duyulmuştu. Hatta, söz konusu protesto gösterileri, Müslüman âlemi ve FKÖ’nün önde gelen yöneticilerini de şaşırtmıştı. Aslında bu durumun, İsrail toplumunun yapısı ve nitelikleri ile refleksleri hakkında az çok bilgi sahibi olanları, şaşırtmaması gerekiyor. İsrail’de her ne kadar sol kültürün, II. İntifadadan sonra giderek güçten düşüp etkisi aşınsa da ülkenin demokratik ve laik değerlerine inanan yığınları hâlâ var ve bu kitle, homojen bir sol kesimden oluşmuyor. Bu nedenle mevcut hükümetin yargının yetkilerini kısıtlama girişimleri, merkez sağın belirli bölümünden de tepki topluyor. Peki, neden? Çünkü İsrail, bağımsız bir hukuk sistemine sahipse bulunduğu coğrafyada kendi tezlerini daha somut şekilde dünya ile paylaşıp inandırıcılığını artırabildiği için; yoksa, İsrail’in bölgenin diğer kleptokrasileri ve otokratik yönetimlerinden ne farkı kalır?
‘Ortadoğu’yu Okuma Kılavuzu’ İsrail’den Başlamalı
7’den 70’e toplumun her kesiminden İsrailliler, sekiz aydır tam da bu nedenle sokaktalar, kendilerine macera aramak istedikleri için değil… Bugünlerde, Türkiye de dahil dünyanın birçok ulusu, eğer sokakları dolduran İsraillilere karşı empati geliştirmek istiyorlarsa, ‘Ortadoğu’yu okuma kılavuzu’ olarak öncelikle İsrail toplumundan başlayabilirler. İsrailliler, tüm Ortadoğu halklarına; hukuk devletinin nasıl korunması gerektiği, yargının siyasallaşmasının gelecek nesilleri nasıl olumsuz etkileyebileceği, yürütmenin yargı erki karşında elini güçlendirecek her hamlenin, sonraki iktidarlara ‘hukuku biraz daha budama cesareti vereceği’ tehlikesine dikkat çektiler. Bu haykırış, Kahire’den Riyad’a; Ankara’dan Tahran’a tam olarak duyuldu mu bilinmez ama; İsrail halkı, 1980’lerin ‘başkaldırı ruhu’nun, hâlâ yaşadığı ve toplumun demokratik değerlere nasıl sıkıca bağlı kalıp onu koruma güdüsünün güçlü olduğunu da kanıtladı.
İsrail Demokrasisi İçin Direnenlere Esenlikler…
Nihayetinde İsrailliler, bireylere ve topluma demokratik ve hukuk devleti değerlerinin, ‘iktidarlar lütfettikleri için’ değil; bizzat halkın kendisince mücadele edilerek alınabileceğini yine, sağ bir hükûmete karşı sergilediler. Son sekiz ayda yaşananlar aslında, sadece bir Ortadoğu’yu anlama kılavuzu değil; ‘İsrail’i okuma-yazma (literacy) kültürü’nün de geliştirilmesi gerektiğini gösterdi. Bu konuyu yani, ‘İsrail’i nasıl doğru okuyup yazabiliriz?’ başlığını da bir sonraki yazıma bırakıyorum. İsrail’de yönünü ve dengesini neredeyse şaşırmış bir iktidara karşı İsrail demokrasisinin kurumsal kültürü ve geleneği için mücadele edip demokrasinin direnme yetisini tüm dünyaya bir kez daha kanıtlayanlara esenlikler dilerim…