Gemara Masehet Eruvin’de Rabi Yeoşua ile ilgili bir öyküye yer verir. Rabi Yeoşua bir ailenin yanında misafirliktedir, kendisine sunulan lezzetli yemeği yemiştir. Ertesi akşam evin sahibesi yeniden çok güzel bir akşam yemeği sunar ve Rabi o de yemeği yer. Üçüncü gece ise Rabi sadece bir lokma alır ve yemeğe devam edemez. Yemek aşırı tuzludur. Ev sahibi neden yemediğini sorunca Rabi hızlıca düşünerek daha önce yemek yediğini ve aç olmadığını söyler. Kadın bu açıklamayı sorgularcasına neden daha önce yemek yediğini anlamadığını Rabi ile paylaşır.
Oldukça garip bir hikâye olduğu hepimize malumdur. Büyük Sefarad bilgelerinden Hida, bu görünüşte tuhaf hikâyenin derinliğini ve anlamını açıklamaya çalışır.
Rabi bu hikâyenin hayatın güçlü bir tasviri olduğunu açıklar.
Yaşımız genç olduğunda bu dünyanın zevklerine daha düşkün olduğumuz açıktır. Kendimizi ‘boş’ şeylere bulaştırır tabiri caizse tabaktaki bütün yemeği son kırıntısına kadar yeriz. Tutkularımızın peşinde koşarken arada uygun olmayan davranışlarda da bulunuruz. Hedef ‘hayatın tadını çıkarmak’ üzerine kuruludur.
Yaşımız biraz büyüse de otuzlu, kırklı yaşlarda hedef yine tabağı bitirmek üzerine kuruludur. Daha fazla para, refah ve haz peşinde koşmaktan pek de taviz vermeyiz. Bazen yine yapmamamız gereken şeyleri yaparak tabağı boş bırakırız.
Yaşımız yukarılara gittikçe artık yemekler eskisi gibi lezzetli gelmemeye başlar. Aynı iştaha sahip olamadığımızdan tabaklar eskisi gibi boşalmaz. Yaşamımızda hatalı faaliyetlerden kaçınmak daha mümkün bir hale gelir.
Rabi Hayim David Yosef Azulay yani Hida mesajın doğru anlaşılması gerektiğini paylaşır. Bazen tadı güzel bile olsa bazı yiyecekler tabakta kalmalı ve ellenmemelidir. Asıl marifet bütün tabağı bitirebilecek durumdayken kendimizi kontrol etmek ve tabakta yiyecek bırakabilmektir.
Büyümenin, değişmenin ve gelişmenin en büyük engellerden biri tabakta yemek bırakmak konusudur. Kaybetmekten korktuğumuz için değişmeye yanaşmayız. Sözgelimi bazı etkinlikleri kaçıracağımızı düşündüğümüzden Şabat gününü korumayı istemeyiz. Ya da boş zamanımızın olmadığını bahane ederek bir Tora dersine gitmekten çekiniriz. Yani kendimiz için bile olsa değişmekten, fedakârlık yapmaktan imtina ederiz. Korkumuz o yiyeceklerden mahrum kalma endişesinden kaynaklanır.
Sorunun çözümü basittir. Deneyimlemek.
Yeni bir şeyleri deneyimleyerek hayatımızın nasıl değiştiğini gözlemlemek bir şey kaybetmemize yol açmaz. Bunu hepimiz yapabiliriz.
Aslında hayatımızda kaçırdığımız birçok şey var. Çünkü denemekten korkan bir toplum haline geldik. Acaba değişir miyiz korkusu benliğimizi öyle bir kuşatmıştır ki konunun açılmasına bile tahammülümüz kalmamış gibidir. Hâlbuki güzel bir Şabat deneyimlemekten bir zarar gelmeyeceği açıktır. Yapamadık mı? Olsun en azından deneyebildik diyebilme şansımız olacaktır.
Elul ayı, kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi ve daha iyi hale getirebileceğimizi düşünmemiz gereken zamandır. Bu dönemin gerçek bir etki yaratmasını istiyorsak, içgüdüsel değişim korkumuzu yenmeli ve yeni şeyler denemekten korkmamalıyız. Umarız ki bu yaklaşım, hayatımızın geri kalanı boyunca sürecek gerçek ve önemli bir değişim sürecinin ilk adımı olsun.