Affınıza sığınarak kendimden, benimsediğim bir yaşam felsefesinden söz ederek başlamak istiyorum. Geçmişe özlem duyanlardan değilim. Yaşanmış yaşanmıştır, ‘iyi ki’ der şükredip geçerim... Yetmiş yıllık ömrümde hiç mi ‘keşke’ler olmadı? Çook… Ama hayatın akışında yürürken arkama bakmamayı yeğlerim.
Arkaya bakmamaktan kastım elbette geçmişi unutmak, yaşanmışları zihnimden silmek değil. Tam aksine, ‘keşke’lerden gerekli dersleri çıkartırken, ‘iyi ki’leri de fırsat buldukça anmaktan keyif alırım. Mevlana’nın sözü mottomdur: “Asla geçmişte yaşama, ama daima geçmişten ders al.”
Yaşam felsefem dedim, olayı Mevlana’ya bağladım. Oysa bu yazının asıl konusu Adalar! Geçmişle ne ilgisi var derseniz açıklayayım. Bildiğiniz gibi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Büyükada, Burgazada, Heybeliada, Kınalıada ve Sedef Adası’yla ilgili imar planlarını askıya çıkardı. Aslında bir İstanbullu olarak, şimdiye dek plansız programsız bir şekilde talihsiz değişimlere uğrayan ve UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine adaylık bir yana, adaylığa müracaatı bile bulunmayan İstanbul’un incisi Adalarımızın nihayet bir imar planına kavuşmasından memnuniyet duymuş olmalıydım.
Heyhat! Maalesef bu çağda işler hiç de böyle yürümüyor.
Yeni imar planının hiç değilse plansızlıktan iyi olduğunu savunanlar olduğu kadar, Adalar’daki nüfus ve yapı yoğunluğunun artmasından endişe edenler az değil. Planların uygulamaya konulmasıyla birlikte Adalar’ın kentsel peyzajını kaybedeceği dile getiriliyor. Daha vahimi, Adalar Sivil İnisiyatifi İmar Çalışma Grubu’nun kaleme aldığı kapsamlı raporun içeriği! 22 Ağustos Salı günü Açık Radyo’da yayınlanan ‘Dünya Mirası Adalar’ programının tanıtım duyurusundan aynen aktarıyorum: “Adaların tüm canlıları ile birlikte yaşam biçimi, çok kültürlü yapısı, gelenek ve görenekleri, bugüne kadar adalara özgü olan üretimi, İstanbulda tamamen yok olan, Adalarda var olan kesintisiz mimarlık tarihi ve mirası, toplumsal kimliği, çok kültürlülüğü, yüzyıllar içinde oluşmuş kıyı kenar çizgisi, koyları, kumsalları ve hatta çakıllarının bile tehdit altında olduğu bir plan çıktı karşımıza. Kamu yararı gözetilmeden yapılmış bu imar planlarına itiraz ediyoruz.”
Bu kısa itiraz metnini okuyunca, zihnim ister istemez geçmişe daldı. Adalar’da, özellikle hem çocukluğumun ilk yıllarını, hem de 1980 - 90 yılları aralığındaki yaz aylarını geçirdiğimiz Adalar’daki anılarım depreşti; ‘iyi ki’leriyle ve ‘keşke’leriyle birlikte…
‘İyi ki’ Adalar’ın o günlerini yaşayıp görmüş, o güzel insanları tanımışım. İyi ki Eskibağ gazinosunun denize inen kayalıklarından -eskiler Paliambelos derlerdi buraya- keçi misali inip tırmanmayı göze almış emsalsiz mavi-yeşil denizinde yüzebilmişim! İyi ki Dil Burnundaki -buraya da Glossa mı derlerdi acaba?- yaşlı çamların kokusunu sindire sindire ciğerlerime çekmişim! Ya Heybeliada’nın arkasındaki Çam Limanı? Minicik teknemizi demirleyerek hafta sonlarını geçirdiğimiz bu cennet köşesinden çocuklarımız ayrılmak istemez, hava iyice kararıncaya dek denizin ve sessiz-sakin ortamın keyfini sürerdik.
Gurup vakti, dostlarla birlikte Burgazada’nın Kalpazankaya’sında Sait Faik’i usulünce anma oturumlarımız... Issız Madam Martha Koyu’ndaki ilk aşk heyecanlarımız… Kınalıada vapur iskelesinin hemen önünde, kişinin aklını başından alan rengarenk çakılların bir bir seçildiği içilesi berrak sulara kendimizi bırakmalarımız…
Say say bitmez, hepsi gözümün önünden geçiyor. İyi ki o günleri görmüş, çocuklarımıza da yaşatabilmişiz. Keşke torunlarım da görebilseydi!
Bu ‘keşke’ler o kadar fazla ki: Keşke artık geceleri ışıl ışıl parıldayarak gökyüzündeki yıldızları gölgede bırakan karşı sahilin doldurulmasını, tıka basa yapılaşmasını görmeseydim! Keşke Marmara Denizinin gün be gün kirlenmesine tanıklık etmemiş olsaydım. Büyükada’nın kültürel simgesi, Küçük - Büyük Tur’ların vazgeçilmezleri, tek toplu ulaşım aracı faytonların sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmasını engelleyebilseydim! Daha 1980’lerde işin buralara varacağı belliydi. O zamanlar Adalar Rotary Kulübünün girişimi ve Adalar’ın ilk seçilmiş Belediye Başkanı rahmetli Recep Koç’un önderliğinde Büyükada’da akülü araçlara karşı savaş vermiş, kazanmıştık. Ada halkının oylarıyla yılın arabacısını ödüllendirmiş, atların yaşam alanlarını düzenlemiş, at pisliklerinin cadde ve sokaklardan kalkmasını sağlayacak yöntemler geliştirmiştik. Keşke sürdürebilseydik. Şimdi artık çok geç, faytonlar tarih oldu, yerlerini akülü ve hatta motorlu araçlar doldurdu!
Fakat yeni imar planındaki hataları düzeltmek için geç sayılmaz. Hele ki gözümüzün önünde Yassıada gibi çok yakın geçmişe ait olumsuz bir model yükselirken. İtiraz süresi sona ermeden dilekçeler verildi. Umarım yetkili ve ilgililer çağrılara kulak verecektir. Önümüzde dava açmak için iki aylık bir süre var; ileride ‘keşke’ değil, ‘iyi ki’ diyebilmek için…