Uzaktan bakıldığında ‘bilim yuvası’ olarak görülen akademi, ülkemizde bu sözü pek de hak etmiyor. Şüphesiz ki diğer ülkelerde de defektleri olan, ancak Türkiye’ye bakıldığında özellikle devlet ve vakıf üniversitelerinde görev alan öğretim üyelerinin üstlendiği yükler açısından başlayan derin uçurum, akademisyenin arzu ettiği konuyu dilediği zaman diliminde çalışmasını da geciktiriyor veya bu durum hiç gerçekleşmiyor. Sağlık ve mühendislik gibi alanların içinden olmayan genç akademisyenlerin, yüksek lisanslarının ardından çoğu kez doktorayı bitirmeyi beklemeleri, onların heveslerini kırıyor ya da tamamen alıp götürüyor. Üzerine aile kurma ve yaşam savaşı gibi hayatın getirdikleri de olunca yıllar önce heyecanla ve aşkla karşılanan o araştırma konusu da bir zamanlar çok çekici gelen, ancak artık mazide kalan eski bir yüz olup çıkıyor.
Benim de uzun yıllardır yapmak istediğim, ancak sistemin ve kriterlerin sürekli olarak değişmesinden dolayı doçentliği de aldıktan sonra harekete geçmeye karar verdiğim araştırma konum için nihayet somut bir adım atabildim. Geçtiğimiz ay iki hafta boyunca İsrail’deydim. Haklarında yapılan akademik çalışmaların sayısının Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmediği Karaylar için durum, orada da pek farklı değil. Rabbani Yahudiliğin uyguladığı ağır ve sembolik tüm uygulamaların dışında kalan, Yahudiliğin babadan geçtiği, Tevrat (Tora) dışında hiçbir yoruma yer verilmediği ve ibadet şekilleri nedeniyle çokça Müslümana benzetilen Karayların; İsrail’in medya içeriklerinde nasıl temsil edildiğinin çok daha ötesine uzandığım çalışma bana çok şey kattı.
Karaizmin veya Karayların bir kültür mü, din mi, ırk mı olduğunu farklı akademisyenler, dini liderler ve topluluk sözcüleri ile yüz yüze derinlemesine mülakatlarla tartışmaya çalıştım. Bunları elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım, ancak başlamadan önce her aşamada yanımda olan ve İngilizcenin yetersiz kaldığı her durumda simultane çevirisiyle yardımıma yetişen değerli Yakup Sevik’e teşekkür etmek isterim. Araştırma süresince fahri profesörlüğünü alacak kadar yardımı oldu, hakkını ödeyemem.
İlk olarak Karayların kim olduğu hakkında merkezi Ramla, İsrail’de bulunan Dünya Karaim Cemaati Merkezi ve İsrail Karay Cemaati Başkanı Şlomo Gaver’in söylediği birkaç sözle konuya başlangıç yapmak isterim. Çünkü Türkiye’de toplumun genel bakış açısıyla Karay ‘Türk’ü olarak geçen, ancak sadece Türklükle ilgisi olmayan; buna rağmen ‘Karaim lisanı’ olarak bilinen ortak global bir dil de kullanan Karay topluluğunun tanımını yapmak önemli.
Gaver, Karay topluluğunu, kökeni Kenan Topraklarına girmek için Mısır’dan çıkan ilk İbranilere dayanan, dini inançlarının On İki Kavim döneminde uygulandığı şekilde değişmeden uygulanmakta olduğunu iddia eden ve Sina Dağında Hz. Musa’ya verilen Tevrat emirleri ve yazılı olan Tevrat dışındaki hiçbir insani dokunuş ve eklemeyi kabul etmeyen bir topluluk olarak tanımlıyor. Kendilerini Beit Ha Mikdaş (Bet Amikdaş / Süleyman Mabedi) zamanında yaşayan ve inanç, o gün nasıl yaşanıyorduysa ve din ne şekilde uygulanıyorduysa aynı gelenek görenek ve uygulama şekillerini bugüne kadar devam ettirip koruyarak getiren en orijinal ve köklü İbrani soyu olarak tanımlıyor. Dini uygulamadaki en büyük farkın ise bir Karay Yahudi’sinin Tevrat’ı ve dini açıklamaları kendi anlayışı ve kendi kavrayışı doğrultusunda en doğru şekilde uygulaması olduğunu belirtiyor. Gerçekten de Rabbani Yahudilikte herkesin kendine bir dini lider (Rav) seçmesi ve dini onun rehberliğinde tanıyarak, uygulamalarını onun öğrettiği şekilde fiiliyata geçirmesini tavsiye verirken Karay anlayışında herkesin dini anlayışını kendi en kolay, en basit ve en kusursuz şekilde uygulamasını öngören bir yaklaşım savunuluyor. Şlomo Gaver, bunun en temel örneklerden birinin, güncellenen Tevrat uygulamalarında yaşandığını, fakat Karay görüşünde kimi uygulamalar ile bir aracı kullanılarak dini anlamanın tamamıyla ters ve hatta yasak denebilecek kadar olumsuz karşılandığını beliriyor. Yani Karay Yahudiliği anlayışı sadece Mısır çıkışında İsrailoğullarına verilmiş olan yazılı Tevrat, kanun ve kurallarına bağlı olarak sadece onun öngördüğü ve emrettiği kanun, kural ve vecibeleri yerine getirmekle yükümlü sayılıyor. Gaver, dini rehberler, liderler, ileri gelen ilahi başkanlar tarafından sözlü olarak düzenlenmiş, hadisler ve yorumlarla güncellenmiş veya eğilip bükülerek değişik bir şekil aldırılmış vecibelerin hiçbirinin Karaylar tarafından kabul edilmediğinin ve uygulanmadığının altını çizerken; kutsal Şabat gününün korunmasında temel olan yapıyı şu şekilde örnek gösteriyor:
“-Tevrat’ta öngörüldüğü veya tavsiye edildiği şekilde- Şabat gününde ‘Sen, ailen, etrafındaki çalışanların, hizmetkârların ve dahi bahçendeki ineğin bile hiçbir iş yapmayacaksınız. Şabat gününü kutsayıp, koruyup, onu daimi olarak sonsuz kılacaksınız’ şeklinde bir yapı karşımıza çıkar. Günümüz Rabbani Yahudilerinde bu emir güncellenerek teknolojik bir yapıya oturtulmuş ve Şabat gününde yapılamayacak olan uygulamaların kendi kendine otomatik bir şekilde el değmeden yapılması için AR-GE çalışmaları başlatılmıştır. Bunların en güzel örneği Şabat günü yasak olan elektrik kullanımı ve elektrikli alet kullanımı otomatik aletler ve saat röleleri ile Şabat gününde insan müdahalesi dışında çalışabilecek şekle getirilerek kullanıma sunulmuştur. Karay Yahudilerinde bu tip durumlar kesinlikle kabul edilemez ve Tevrat’ta öngörüldüğü gibi yasaklanan veya uygulamasında bir mahsur olmayan eylemlerin bire bir Tevrat’ın ilk alındığı dönemdeki gibi uygulanması öngörülür.”
Bu sebepten ötürü Rabbani Yahudilikte uzun süre yemekleri sıcak tutan ısıtma plataları kullanılarak Şabat akşamı sıcak yemek yenilme adetleri varken, Karaylarda Şabat akşamı soğuk veya oda ısısında yemek yenilmesi gelenek olarak kabul edilmiştir. Karay inancına göre bütün bu farklılıklar zaman içinde güncellenen Rabbani liderliğin ışığında çağa ve zamana ayak uydurmak zorunda kalan Yahudilik anlayışının kabul edilmiş olmasındandır. Gaver, bu sebepten ötürü Karay Yahudiliğinin Rabbani Yahudiliğin öngördüğü gibi her bir Yahudi’nin kendine bir dini lider ve öğretici seçerek Tevrat’ı ve dini onun bilgileri doğrultusunda öğrenip uygulamasından kaçındığını ve her bir kişinin Tevrat’ı en iyi şekilde yorumlayıp gereklerini yerine getirmekle kendi başına Yaratan’a karşı sorumlu olduğunu belirterek, her bir cemaat üyesinin kendisi için, kendine bir lider olduğunu vurguluyor.
Ramla’daki Dünya Karaim Merkezi’ndeki havrada (kenesa), Gaver’in de tarif etmeye çalıştığı gibi sandalyeler görmedim. Ayakkabıların çıkarılarak girildiği, ibadet şeklinin namaz kılmaya benzer şekilde bir dizi ritüelden oluştuğu (rükû etmek, diz çökmek, ayakta durmak vs.), hem erkeklerin hem de kadınların ibadet yerinde başlarını örtmeleri gerektiği gibi adetler oradaki topluluk içinde de kendilerinin daha çok Müslüman kimliğiyle yan yana anılmalarına neden oluyor. Rabbani Yahudilikte ibadet şekli kilise etkileşimli, Aşkenaz kökenli, oturak sistemli modern dua şekliyken; Karaylarda kendilerinin de belirttiği gibi Sina Çölünde Tevrat alındıktan sonra 1. Bet Amikdaş’a kadar uygulanmış olan ve dahası günümüz İslami namaz şekline de ilham vermiş olan ibadet şekli kabul ediliyor. Hz. Musa’nın On Emri almak için Tur Dağına çıktığı zaman karşısında gördüğü yanan çalıya yaklaştığında ilahi bir sesin kendisine, “Şu anda bastığın topraklar benim varlığımla kutsanmış kutsal topraklardır, ayakkabılarını çıkar ve yaklaş” sözlerinden hareketle Tanrı’nın Evi olarak kabul edilen ve Tanrı kutsallığının olduğu mekâna her girişte ayakkabı çıkarma âdetinin olduğunu söylüyorlar. Zamanla Rabbani Yahudilerin terk ettiği secde etme âdetinin Karaylarda halen devam etmesi, günümüzde kullanılan İslami ibadet ve namaz şeklinin ise zaten Müslümanların o dönemde çokça etkileşimde bulundukları Karaylardan edinilmiş bir öğreti olduğu iddiasını kuvvetlendiriyor.
Bir sonraki ay yeniden görüşmek dileğiyle…