Ne tuhaf bir başlık değil mi? İnanın, yazım başkaydı. Başlığı da tabii ki öyleydi. Yazım, toplama işareti gibi iki parça olacak ama ellemeyeceğim. Dümdüz yazacağım içimdekileri…
Okul yolu düz gider, diye başlık koymuştum yazıma çünkü Nermin ilkokula başlıyor 11 Eylül’de; benim gönlümse, 4 Eylül’de çünkü benim okulum o tarihte açılıyor. Hâlâ orada olmayabilirim dışardan bakılınca ama ben oradayım gönlümde.
Çalıştığım okulda devam etmek niyetindeyken, gel bizim okulda çalış dediler, geldim; yirmi yerdi sene sürdü bu şahane teklifin şahane süreci… Üniversite hazırlık birimini kurduk, Kariyer Ofisini kurduk, hâlâ sayıyorum okula davet ettiğimi konukları, saymakla bitiremiyorum. Liste tutuyorum, kimse inanmaz. Ben, içerde olmasam da okulun bahçesindeyim hâlâ. Her konuda, her şeyini takip ediyorum. Kimse bilmez… Bütün öğrencilerimize; başarılı mutlu, sağlıklı, huzurlu ve şans dolu bir sene diliyorum. Yazımın okul yolu kısmını da şimdilik bir yana bırakıyorum. Nasılsa kızımla ve özel öğrencilerimle, uzaktan takibimle, okul bana devam... Her zaman yazarım.
Bu yazımsa, Sultanlarla ilgili… Bu gece voleybol maçını beklerken gördüğüm reklamla başladı her şey… Marka önemli değil, sattığı mallar da… Ama düşünce; milyarlara değer… Reklamın metin yazarı kimdir, bilmem. Tasarı fikri kime ait, araştırmaya vakit bile olmadı. Aslında vardı da, araştırmadım. Ben, işin hepimizi ilgilendiren kısmına baktım. Filenin Sultanları’nın Milletler Ligi Medeniyeti Şampiyonluğu sonrasında yaptıkları reklamın metnine baktım. Atatürk’ün, “Yurttaşlarım, yurdumuzu dünyanın en mamur, en medeni seviyesine çıkaracağız” sözüyle başlayıp “Türk Milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, bir kere daha tanıyacaktır” sözleriyle o, şahane görselleri birleştirerek mutluluğumuzu kat kat yukarıya çıkaran reklamını izlerken ağladığımı fark ettim. Kızlar, bunu bütün dünyaya bu gece bir daha ispatlamıştı. Başkaları, ne sebeplerle olursa olsun, ne düşünürse düşünsün bu gerçeği bir kere daha anladı dünya. Sultanlar, Dev Adamlar; artık, adına ne derseniz deyin, kimlerden oluşuyorsa oluşsun zaferleri kazanalar, ülke var oldukça içi gençlerle dolacak bu takımların, Atatürk Türkiye’sini başlarının üstünde taşıyacağını ve onların da taşıtacağını göstermesinin gururunu yaşadım.
Şimdi yazımı yan yola kaydırıyorum. Maç, Sırbistan-Türkiye maçı… Rakip Sırplar. Benim gibi Kosova göçmeni bir ailenin kızı için hem çok tatlı hem deli acı birikimler sığıyor bu isme… Benim gibi; ayrımcılığa, ötekileştirmeye karşı, dünya görüşü tertemiz olan birini, yenelim şunları, noktasına getirdiğini fark ettim maçın. Bir yandan da neredeyse üzüleceğim öyle olursa gibi bir his içimde… Karmakarışık… Ne acayip değil mi? Halbuki benim baba tarafım Arnavut. Ama o kadar çok Sırp arkadaşı da vardı ki… Bebekliğimden beri bütün yazlarım eski Yugoslavya, şimdiki Kosova’da geçti. İlk oyunları, Sırp çocuklarla oynadım. Aklımda kalan Sırpça tekerlemeyi, “r” sesini sağlam çıkarsın diye üç sene önce, kızıma öğrettim. 1999’da okulum, Kosova’nın başına gelen soykırım tehdidi sebebiyle bana Holokost’ta yedinci mumu onlar sebebiyle yaktırdı. Düşünün, iş o noktadaydı!
En yakınlarımızın nerede olduğu hakkında üç ay hiçbir şey bilmedik. Kuzenimin en yakın arkadaşı, mayına bastıktan sonra onun kollarında can verdi. Feci şeyler yaşandı…
Ama zaman…
Çok acımasız olduğu kadar da sakin, çok düşman ederken bir o kadar uzlaştırmacı ve sanki bilmediğimiz bir tarafıyla da bizden daha “insan”… Şimdi, 89 yaşındaki annem, ne zaman Sırpça bir melodi duysa eşlik eder. Komşularını anlatır. Nazi Almanya’sı işgalindeyken onları nasıl koruduklarını hatırladığı kadar söyler…
Yazıyı toplamam şart.
Maçı aldık, dünyanın en mutlu insanı benim!
Ve insan olduğumuz için de mutluyum…
Her şeye rağmen, her şeye rağmen…
Kalplerimiz iyilikten, güzellikten, doğruluktan ayrılmamayı bırakmadığı için…
Hayata tutunmayı, olması gerektiği gibi olmayı seçtiğimiz için…
Unutmadan devam etmeyi seçebildiğimiz için…
İyi ki böyle olduğumuz için…
Yazı burada bitebilirdi ama sizi biraz güldüreyim:
Maçı bir sayı farkla, kıran kırana alınca karşı takım için, doksanın eşiğindeki annem: “İdite ukuçi plaşite,” dedi. Git evine ağla!
Hayat böyle işte…
Bir öyle, bir böyle…
Önemli olan, insan ama sahiden insan kalmak…
NOT: UOMO’ya her kademede şahane bir öğretim yılı diliyorum, her zaman bir parçası olduğumu düşündüğüm Türk Yahudi toplumuna şimdiden Şana Tova! O hafta yazım yok çünkü…