Telefonda ya da ayaküstü yaptığım bir görüşmede, “Nasılsın?” sorusunu, belki alışkanlıkla, belki de bilinç dışı “Şükür!” diye yanıtlıyorum. Geçenlerde bir arkadaşım, bu yanıtımı inançla bağdaştırmaya çalıştı. Elbette ki bu yaklaşımına karşı çıktım. Doğru, şükretmek minnet duygusudur, kabullenmedir, hoşnutluktur; ama bunun mutlaka bağlandığım bir inanç nedeniyle olması gerekmiyor. Biliyorum, İslam geleneğinde şükredildiğinde özne Allah’tır. Ona, yarattığı nimetler için minnet duymaktır. Oysaki ben bu sözcüğü kullanırken, çok daha yalın şekliyle düşünüyorum:
Bir başkasıyla hiç kıyaslamadan, sahip olduğum tüm değerlerle, kendimi iyi bir konumda görüyorsam, şükretmem, hayata karşı minnet duymam benim için yeterlidir. Bu değerler sağlık, huzur, maddesel olanaklar, mutluluk, sevgi gibi soluk aldığım sürece, taşıdığım, hissettiğim olumlu her şey olabilir.
Doğan Cüceloğlu, Var Mısın kitabında şöyle diyor:
“Ailen için, ülken için, sevdiklerin için, insanlık için, karıncalar ve kuşlar için daha iyi bir geleceğin mimarı olarak kendini gördüğün anda içinde bulunduğun zorluklardan şikâyet eden birinden ziyade, şükür duygusu içinde olursun.”
Cüceloğlu, şükür duygusunun iki kaynağı olduğunu söyler: Sahip olduklarının değerinin bilincinde olmak ve onları her an yitirebileceğinin farkında olmak!
Birçok öğretinin, geleneğin, inancın temelinde de benzer düşünceler yer almıyor mu?
Nazım Hikmet’in, Henüz Vakit Varken Gülüm şiirinde hiç sözü dolandırmadan söylediği gibi: “çok şükür yaşıyoruz”
Çok şükür! Hayatın bize bağışladığı her şey için!
Ne yazık ki, yaşamın dağdağası, günlük uğraşı içinde bu minnet duygusunu yeterince duyamıyor, duyumsatamıyoruz. Bunun yerine eksiklerimiz, sahip olmadıklarımız, erişemediklerimiz için yakınmayı seçiyoruz. Bu yakınmanın da kime ne yararı olur, onu da hiç bilmiyorum.
Bu sözleri yazarken, aklıma Helen Keller geliyor. Kör, sağır ve dilsiz bir yaşam içerisinde yalnızca şükran duygularını değil, her fırsatta insanlara yaşadıkları güzellikleri anımsatmaya çalışmış:
“Ertesi gün sanki kör olacağınızı biliyormuşsunuz gibi gözlerinizden yararlanın. Seslerin musikisini, kuşların ötüşünü, bir orkestranın uyumunu birazdan sağır olacakmışsınız gibi dikkatle dinleyin. Ertesi gün dokunma duygunuz elinizden alınacakmış gibi, her eşyayı sevgi ile okşayın. Çiçekleri koklayın, yediklerinizin tadından zevk duyun. Beş duyunuzdan elinizden geldiği kadar yararlanın. Doğanın size sunduğu organlarınızla dünyanın güzelliğini fark etmeğe çalışın ve mutlu olun. Fakat bence görmek diğer bütün duygulardan daha değerlidir.”
Keller, tüm bedensel özürlerine karşın hayata minnet duyabiliyor.
Ya biz ne yapıyoruz?
Hiç değilse bu konu üstünde biraz düşünelim, diyorum.