Yazarların kaleme aldıklarını, yaşadıklarından ne kadar ayrı tutabiliriz, bilmiyorum. Hayatına giren insanlar, tanık olduğu olaylar, okuduğu kitaplar, mutlaka yazarların düşlemlerini, dolayısıyla yazdıklarını etkiliyordur. Bazen bir yazarın yakından tanıdığı ya da gözlemlediği birkaç karakterin özelliği, anlattığı öyküde bütünleşip yeni bir kahraman olarak karşımıza çıkabiliyor. Yine yaşanmış bir olay, bir deneyim, hayallerle kurgulanarak yeniden satırlar arasından bize göz kırpabiliyor.
Kısaca söylemek gerekirse, bir yazar için yazmayı ve yaşamayı birbirinden çok uzak tutmamız olası değil. Bu yüzden sevdiğim yazarların, şayet yazılmışsa, yaşam öykülerini okumayı seviyorum. Hayatından yapıtlarına yansıyan kimi görüntüler, onları sevmemi ve yazdıklarını daha çok anlamamı sağlıyorlar.
Öykü ve roman gibi hayallerin daha çok öne çıktığı kurgu yapıtlarda, yazarın hayatından izler bulmakta zorlanabiliriz. Oysaki deneme türünün sınırları içinde, yazar olarak anılarımızla, duygu ve düşüncelerimizle doğrudan kendimizi anlatabiliyoruz. Okur olarak da yazarın paylaştığı bu deneyimlerle kendimizi özdeştirebiliyoruz. Öyle ki, bazı kitapları okurken, sanki beni anlatıyor, diyebiliyoruz. Belki bu yüzden o yazarları diğerlerinden daha çok sevdiğimizi söyleyebiliyoruz.
Haruki Murakami’nin Mesleğim Yazarlık kitabında yer alan, “Peki ama ne hakkında yazmalıyım?” başlıklı denemesinde, bu yazma deneyimini ayrıntılı olarak anlatıyor. Yazının bir yerinde kafasında büyük bir dolap olduğunu söylüyor. Bu dolabın büyüklü küçüklü, gizli bölmeli her çekmecesinde, türlü çeşitli anıları, bilgi şeklinde toplanırmış. Bir roman yazacağı zaman işine yarayabilecek bir çekmeceyi açar, içindeki malzemeyi dışarı çıkararak kullanırmış. Öyle ki, sanki hayal gücü onun isteklerinden uzaklaşarak üç boyutlu halde, serbestçe hareket etmeye başlarmış. Bir roman yazarı olarak, onun için beyninin içindeki dolapta toplanmış bu bilgilerin, başka şeylerle değiştirilemeyecek kadar değerli bir servet olduğunu vurguluyor.
Zaman zaman denemelerimde anılarıma, deneyimlerime yer vererek kendimi sorguluyorum. Ayrıca şunu belirtmem gerekir ki, bugüne değin kurgu olarak beğenebileceğim bir şey yazmadım. Elbette ki istemediğimden değil, bunu hiç beceremediğimden! Bu yüzden yazmak için beni en çok besleyen, okuduklarım kadar, yaşadıklarım, düşündüklerim oldu.
Deneyimlerin hepimiz için değerli olduklarını biliyoruz; ama bir yazar için bunlar, her zaman yararlandıkları önemli birer kaynaktırlar. Aynı zamanda renkleri, kokuları, tatları, duyguları, düşünceleri söze dönüştürerek, ayrıca onları hayal güçleriyle harmanlayıp başarılı bir şekilde yazıya döktüklerinde, okurlarını etkileyebiliyorlar.
Yaşamak ve yazmak!
Okurlar bir yana… Kendi payıma şunu söylemek isterim:
İyi ki yazmışım diyebileceğim sıradan birkaç satır bile, hayatıma bir anlam katmak için yeterli olabilir.