Sokrates, yetkililerin ‘yetkisini’ sorgulayarak başını sürekli belaya sokarmış.
Sonuçta, kaçınılmaz olarak, mahkemeye düşmüş… ve mahkemenin kararına uymayı, sürgünde kanun kaçağı olarak yaşamaya yeğ tuttuğu için, sunulan zehiri içip ölüme razı olmuş.
Aramızda da gözü kara Sokratesler yok değil… Toplumlarının ‘otorite’ kabul ettiği kişilerin fikirlerini delil, kanıt ve argüman görmeden kabul etmeyen çok sayıda akıllı insan var, neyse ki.
Bu insanlar için, argümanlarda savunulan fikrin doğruluk kıstası, “kimin söylemiş olduğu” değil, gözlem ve deneyimle doğrulanıp doğrulanmadığı olmalıdır. ‘Ötekilerin’ iyi fikirleri, ‘bizimkilerin’ de kötü fikirleri olabilir pekala.
***
Ahlaki konularda felsefeciler arasında fikir birliği yok… Örneğin, ahlak konularında göreci olanlar, tüm ahlaki ilkelerin kültürlere göreli olduğunu, ahlaki bir ilkenin geçerliliğini belirleyen şeyin, o toplumdaki egemen kültür olduğunu savunurlar.
Bir ‘otoritenin’ yetkisini kabul etmenin daha mantıklı olduğu bazı bağlamlar vardır, tabii ki… Örneğin, anayasa mahkemelerinin bir kanunun ana-yasaya uygun olup olmadığına karar verme yetkisi vardır.
Ama felsefi düşünce, yüksek mahkeme kararlarına benzemez… Örneğin, “Tanrının var olup olmadığı” ya da “insanın bir özgür iradesi olup olmadığı” gibi konularda fikir beyan etmeye, hiç kimse kendi aklımızdan daha yetkili değildir.
Çatık kaşlarıyla kendi görüşünü empoze etmeye çalışan, toplumun ‘otorite’ ilan ettiği kişilere inanmamız için hiçbir neden yoktur.
Bu ‘ahlak gurularının’ görüşlerinden kuşku duymamız için çok neden vardır aslında… Bunlar, çoğu zaman, kendi şöhret -ve servetlerini- muhafaza etmeye çalışan birer ‘palavracı’ olabileceği gibi, kendi önyargı ve yaşam biçimlerinin bizimkinden üstün olduğuna inanmış kişiler de olabilirler… Yerlileri ‘yola getirmeye’ çalışan sömürgeciler gibi.
Bu insanların demeçlerini kabul etmeden önce, Sokrates gibi sorgulamak gerekir, kanaatimce: “Doğru davranışın ‘bu’ olduğunu niye düşünüyorsun? Gerekçen nedir? Delil ya da kanıtın var mı?”… Sırf otoritenin öyle buyurmuş olması, ona inanmamız için yeterli bir neden olamaz çünkü…
Ahlak konusunda ‘göreci’ olanlara, yani tüm ahlaki ilkelerin, o toplumda geçerli kültüre göre değiştiğini kabul edenlere gelince: Her ne kadar, bu düşünce daha hoşgörülü, daha az yargılayıcı gibi görünse de, dünyanın daha iyi bir yer olması için kültürleri dahi sorgulamakta yarar vardır sanıyorum.
Örneğin, kölelik müessesesi, idam cezası ya da homoseksüel ilişkiyi bir kültür mübah görüp, bir diğeri iğrenç bulabilir… İkisine de, “kültürleri böyle gerektiriyormuş, yapacak bir şey yok!..” düşüncesiyle anlayış göstermek, doğru çözüm olmayabilir.
Çünkü, soyut ahlaka önceliği olan insanlık ilkeleri vardır: eşitlik, özgürlük veya insan haysiyeti gibi…
***
Başka kültürler bazı şeyleri bizden iyi yapıyordur muhakkak… Bazılarını da, biz onlardan daha iyi yapıyoruzdur…
Eğer ‘bizden’ ya da ‘ötekilerden’ bir ahlak otoritesinin söyleyecek bir şeyi varsa, fildişi kulesinden ‘bildireceğine’, bizim düzeyimize inip, niye öyle düşündüğünü anlatması -tabii bizi de dinlemesi- daha makul olur… Ya biz onun dediğini kabul ederiz, ya da o bizim dediğimizi.
Çoğu zaman, neyin ahlaken doğru olduğunu bilmiyorum… Sizin de bildiğinizi düşünmüyorum doğrusu…
Ahlaki konularda eşit miktarda cahiliz… Bunu akıldan çıkarmaz, tartışmaya açık olursak, dünyanın ‘iyiye gitmesine’ yardımcı oluruz sanıyorum.