Dolar… ABD doları. Kapalıçarşı’daki eski adı ile ‘Tam’.
Döviz tutmanın yasak olduğu günlerde ayaklı döviz borsasında dolara ‘Tam’, İngiliz sterlinine ‘Kraliçe’, Suudi Arabistan riyaline ‘Hacı’, İsviçre frankına ‘Çikolata’, Alman markına ‘Çeyrek’ denildiğini hatırlayanlar azalmıştır.
1996 yılının başında tedavüle giren Euro veya Türkçesi ile Avro’ya da bir aralar ‘Yumoş’ denirmiş. Şimdilerde Yumoş ismi gibi sevimli ama bir işe yaramıyor; gücü yok. Arada, Kraliçe gitmiş (hem mecazi hem de fiziki anlamda), Çeyrek yok olmuş, Hacı’nın sözü pek geçmiyor, Çikolata ise fazla pahalı olduğundan ancak lüks mevki yolcularına hitap edebiliyor. Tam ise, halen kral.
Nasıl bir öngörüdür ki, dolara o günlerde Tam demişler? Eksiksiz, bölünemeyen, değişmeye ihtiyacı olmayan anlamında. O günlerden bugüne biraz yumruk yemiş, hakkında olumsuz dedikodular çıkmış olsa da o halen kral.
1973’te OPEC krizi ile gelen enflasyonlu yıllar, doların değer kaybı, arkasından Fed Başkanı Volcker’in dolar faizini yüzde 20’ye çekerek (resesyon bahasına) enflasyonu tekrar kontrol altına almasıyla, kralın yeniden yükselişi. Amerikan dolarının diğer önemli para birimlerine karşı değerini ölçen ‘Dixie’ (DXY) endeksi 1980 senesinde yüzde 14’leri aşan yıllık enflasyon nedeni ile 85-86 seviyesinde iken Volcker’in faizleri yükseltmesi sonrası 1985 senesinde 160 seviyesine çıkması. Malum, ABD faizi yükseltince dolar güçleniyor ve doları rezerv olarak tutmanın cazibesi artıyor.
Tam’ın Çikolata’dan farkı ne peki? Çikolata fildişi kulesinde oturup sadece yakın çevresine fayda sağlarken Fed sahaya inip dünyaya çeki düzen veriyor. Misal, 2008’deki Lehman Krizi’nde küresel finans sisteminin domino etkisi ile çökmesini önlemek için veya COVID zamanı işten çıkarmaların etkisini tamponlamak için ‘Tam saha pres’ yapıyor, piyasaları likiditeye boğuyor. Böyle zamanlarda değeri tekrar düşebiliyor. Mesela, DXY endeksi 2008’de başlayan Küresel Finans Krizi (GFC) zamanı son 50 yılın en düşük seviyesi olan 72’leri görüyor. 2013 Mayıs’ında Fed’in artık sıkılaşmaya gideceğini duyurmasıyla toparlanmaya başlıyor. Pandemi sonrasında Fed’in faizleri önemli şekilde yükseltmesinin ardından da 106 seviyesini aşıyor.
Reel faizlerin fazlasıyla negatif olduğu yıllarda doları karalayan, onu tahtından indirmeye çalışanlar çok olmuştu. Özellikle, doların rezerv para özelliğinin Amerikan hegemonyasının bir unsuru olduğunu ve dolara tasarruf etmenin Amerikan mandacılığına evet demek anlamına geldiğini çığırıp kripto paraları millete pazarlayanların nedense bugünlerde sesi çıkmıyor.
Artık Fed konuşuyor, diğerleri dinliyor. Faizlerin yükselmesi kadar, büyük suiistimal skandalları da kripto paraların henüz olgunlaşmamış itibarını yerle bir ediyor.
Fed başkanının faizleri yükseltmesinin politik boyutunu daha iyi anlamak için Amerikan hükümetinin borç tavanından dolayı sık sık kapanma riskine rağmen, 3-4 puanlık faiz artışının ABD bütçesinden trilyon dolarlık ilave kaynak çıkışına sebep olacağının bilinmesine rağmen verildiğini düşünmek gerekir. Bizim için değişik bir kavram. Dolar enflasyonunu düşürmek ve doların rezerv statüsünü muhafaza edebilmek için dolarla borçlanan herkesin artık biraz daha fazla bedel ödemesi gerekecek.
Volcker’in yüzde 20 seviyesine kıyasla Powell’in faizleri sadece yüzde 5’e çekmesi abartılı sayılmaz. Volcker döneminde dolar enflasyonu yüzde 14 iken faizler yüzde 20’ye yükseltilmiş idi. Powell döneminde enflasyon en fazla yüzde 10’u gördü; şimdilerde yüzde 5-6 civarı. Yüzde 5 yıllık faiz halen yüksek sayılmaz. Bu nedenle Powell, ABD’deki işgücü piyasasındaki canlılığa bakarak gerekirse halen biraz daha yükseltebiliriz, diyor.
Raylara kulağını dayayıp trenin gelip gelmediğini kontrol eden Kızılderili misali, şimdi resesyonun ayak seslerini duymaya başlayanlar çoğalmış durumda. Çin’de patlayan devasa emlak balonu, Almanya’nın resesyona girmiş olması, Japonya’nın bir türlü büyümeye geçememesi, konut kredilerinin yıllık yüzde 7-8 bandında seyretmesi, ekonomik görünümün iyice durağanlaşacağına işaret ediyor. Güvenli liman arayışında olanlar yine doları tercih ediyor.
Şimdi iniş olacak da yumuşak mı olacak sert mi olacak, o tartışılıyor. Çin’in eskisi kadar büyüyemeyeceği kesin olduğu için şu an ABD’nin göstergeleri küresel ekonomiye yön verecek.
Öyle veya böyle, doların yeniden kral olduğu bir döneme giriyoruz. Burada küçük bir parantez açıp ‘dolar’ ifadesinin banknot olarak değil de Amerikan hazinesinin ihraç ettiği tahvil ve bonolar olarak anlaşılması gerektiğini açıklamakta yarar var. Yükselen faizler ve risk iştahının azalması ile birlikte gelişmekte olan ekonomilerin borç servisinin önemli ölçüde artacağı aşikâr. Mesela, Türkiye’nin 476 milyar dolar brüt dış borcunda her 1 puanlık artış yıllık yaklaşık 5 milyar dolar ilave borç servisi anlamına geliyor.
Dolar enflasyonunun yeniden yüzde 2’lere inmesinin ne zaman mümkün olacağı belli olmasa da küresel resesyon dalgasının kulağı raylarda, Amerikan ekonomisinin nefesini dinliyor.