Çok çirkin bir ‘şey’ savaş… Çok çok ‘fena’ bir şey… Yüzyıllardır bu yazdıklarımı yazan, düşünen yüz binlerce, milyonlarca insan oldu ama işte masalların başındaki tekerleme gibi insanoğlu da ‘gitti, gitti, dere tepe düz gitti’ ama bir arpa boyu yol aldı. Hayatımızda bir şeye karar verirken, yaparken bunun bize ne yarar ya da zarar getireceğini düşünürüz. Ama devletler böyle düşünmez, politikacılar zaten asla düşünmez. Başka türlü bir diyalektikleri var o insanların… Biz sıradan ölümlülerin anlayamayacağı… Aslında bir takım politikacıların, tüccarların; zihinsel, fiziksel gücümüzden yararlandığı, silahlar satarak çok paraların kazanıldığı büyük dünya savaşlarını düşünüyorum ve son sarsıcı Rusya-Ukrayna Savaşı’nı, yüzyıl geriye giderek 1914-1918 yılları arasındaki I.Dünya Savaşı’nın ve 1939-1945 yılları arasında yaşanan II.Dünya Savaşı’nın cephe içindeki insani! gayri insani koşullarını düşünelim istiyorum. Nasıl yaşadı ve yaşıyor o siperlerde askerler? Malum bu insanlar robot değildi. Ama bu insanları cephelere süren politikacılar belli ki savaş eğitimi almış bu insanları robot olarak görüyor ve gerçekten de belki robotlaşmış yanları var. Ama yıkanmaları, yemeleri, tuvalete gitmeleri, geçtim sosyal iletişimden filan, günlük kişisel ihtiyaçlarını gidermeleri gerekiyor ve gerekiyordu. Şu anda halihazırda Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın ya da dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan savaşlardaki askerlerin burada yazacaklarımdan daha farklı bir durumları yok. İcat ettik; yani çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, ütü, akıllı cep telefonu, süper televizyonlar ve aklıma gelen gelmeyen bir sürü makineyi ama insanlığın o keskin çok kazanma, silahlanma, kazandıkça daha çok hırslanma gibi sosyopat taraflarını tedavi edecek makineleri icat edemedik. Bipolar, narsistik eğilimli, sado mazoşist siyasetçilerin bizi yönetmelerine izin vermemenin çarelerini bulacak icatlar yapamadık. Barışa eğilimli, paylaşımcı, yeryüzü enerjisi kaynaklarını kullanan siyasetçileri henüz bulamadık. Bulamayacağız da…
Neyse konudan daha fazla uzaklaşmadan… Sık sık Ukrayna'ya giden Estonyalı film yapımcısı ve insani yardım görevlisi Ilmar Raag’a göre Ukrayna Ordusu ‘saunalar’ istediği haberini okudum. Raag şimdi, halktan toplanan yardımlarla yüzlerce Ukrayna askerine hizmet verecek seyyar sauna üniteleri yapıyor. Ünitelerde duş ve üniformaların yıkanması için çamaşır makinaları var. Estonya askerleri, saunaları olmadan pek bir yere gitmiyor. Afgan çölü ve Lübnan'daki son görevlerinde de saunaları yanlarındaymış. Çünkü, neredeyse 100 yıl önce Estonya'nın Bolşeviklere karşı savaşı sırasında başlayan bir askeri gelenekmiş. Raag, Ukrayna askerlerinin bazen günler, hatta haftalar boyunca yıkanamadıklarını ve hatta postallarını bile çıkartamadıklarını duyduğunu anlatıyor. Bahmut yakınlarındaki bir cephe komutanın ifadesine göre Estonya'nın yolladığı saunalar ‘Tanrı'nın lütfu’ gibi görülüyor.
Dönelim I.Dünya Savaşı’na; siperler, askerlerin yaşadığı yere kazılmış uzun, dar hendeklerdi. Çok çamurluydular, rahatsızdılar ve tuvaletler taşmıştı. Bir tarafta çok sayıda Alman siperleri, diğer tarafta ise çok sayıda Müttefik siperleri vardı. Ortada askerlerin karşı tarafa saldırmak için geçtikleri hiç kimsenin olmadığı bölge vardı. Askerler yalnızca öğleden sonraları gündüzleri ve geceleri birer saat uyuyabiliyorlardı. Dinlenme zamanlarında mektup yazıp ve kart oyunları oynuyorlardı. Çok sayıda ekipman taşıyorlardı; gaz maskesi, silahlar ve mühimmat, bot ve kask gibi koruyucu giysiler, tıraş takımları ve su şişeleri gibi kişisel eşyalar ve ölüleri gömebilmek için bir kürek…
Asıl felaketin büyüğü II.Dünya Savaşı’nda yaşandı. İnsanlığın çivisi çıktı. Bu savaş, 1939'da başlayıp 1945'e kadar süren en büyük küresel savaşlardan biriydi. Savaş, dünya ülkelerinin çoğunu, yani tüm büyük güçleri ve askeri ittifakları içeriyordu. II.Dünya Savaşı'na katılan ülkeler adeta tüm endüstriyel, bilimsel ve ekonomik yeteneklerini savaş ateşine attılar. II.Dünya Savaşı, medeniyetle askeri kaynaklar arasındaki çizginin bulanıklaştığı ve neredeyse ortadan kalktığı bir dönemdi. Bu nedenle insanlık tarihinde meydana gelen en ölümcül çatışma olarak kabul edilir. Bir tahmine göre II.Dünya Savaşı'nda farklı ülkelerden 300 milyona yakın asker savaştı. Bu askerler savaşta sağlıklı ve temiz kalabilmeyi nasıl başardılar? Bu Savaşa katılan askerler, I.Dünya Savaşı'nda silahlı kuvvetlerin temizliği konusunda yapılan derslerden ve araştırmalardan çok faydalandı. II.Dünya Savaşı sırasında sınırlarda savaşan askerlere su temini zor bir işti. Bazı durumlarda, kum filtreleme ve klorlamayı da içeren I.Dünya Savaşı'ndan kalma su arıtma sistemleri yeniden kullanıldı. İyi hijyen sağlamaya yönelik diğer gerekliliklerin yanı sıra, kıyafetlerin ve yatak takımlarının dezenfekte edilmesi de önemliydi. Bu amaçla Millbank Dezenfektanları kullanıldı. Bu dezenfekte makineleri portatifti ve tek seferde 100 elbiseyi rahatlıkla dezenfekte edebiliyordu. Asıl sorun ‘Siper Ayağı Hastalığı’nı çözmekti. Ayağın uzun süre nem ve soğukla karşı karşıya kalması sonucu gelişen, sıkı olan botların durumu ciddileştirdiği bu hastalık ayağa giden sempatik sinirlerin ve vasküler yapıların hasarıydı. İlk olarak I.Dünya Savaşı'ndaki siper savaşları sırasında tanımlanmıştı. ABD askerleri Shoepac sistemiyle korundu. Sistem, botların iç kısmında deri katmanlar, kauçuk ve keçe içeriyordu; bu da ayakları kuru tutarken aynı zamanda sıcaklığı da koruyordu. ABD Savaş Bakanlığı’nın 1942 tarihli yönetmeliğine göre günde en az bir kez dişlerin fırçalanması zorunluydu. Bunun nedeni yetersiz beslenme, diş bakımı eksikliği ve stres nedeniyle oluşan ve I.Dünya Savaşı’nda binlerce askerin ölümüne neden olan ‘hendek ateşi hastalığı’ndan kaçınmaktı.
Yaşananlardan ders almalıyız ama nerede? Sorunlarımızı çözmeliyiz ama nerede? Savaşsız, barışla dolu, anlayışın, sempatinin, empatinin, insanın değerini bilmenin yüceldiği günlere duayla…