“Doğum anından itibaren insan omuzlarında yer çekiminin ağırlığını hisseder. Toprağa bağlıdır. Ama yüzeyin altına kayıverirse, özgürleşir.” Jacques Cousteau
Nefes… Daha çok nefes… Daha çok nefese ihtiyacım var! Gerçekten var mı acaba? Bedenim daha önce deneyimlemediği ya da deneyimlediğini hatırlamadığı yer çekimsiz bir ortamda salınıyor. Burnum bağlı… Görüşümü mümkün kılmak için taktığım gözlük/maske burundan nefes almayı engelliyor. Yine de bunca yılın alışkanlığı bazen nefesi burundan veriyorum. Anında gözlüğümün içi su doluyor. Evet… Çünkü denizin ortasında ilk dalışımı yapıyorum. Henüz Cousteau’nun söylediği gibi ‘özgürleşmiş’ hissetmiyorum. Ağızdan nefes alıp verebilmeyi başardıkça ve yaşam için elzem bu işlemi rahat ve huzurlu bir şekilde yapabildikçe önümde inceleyecek, keyif alabilecek, gezecek kocaman bir dünya açılacak. Dünyanın yüzde 70’i su ve denizlerle kaplı olduğuna göre imkânım olmasına rağmen bundan kaçmak çok akıllıca gelmemişti bana.
Dünya benim oyun alanımdır diye çıkmıştım yola. Farklı ülkeleri, bambaşka coğrafyaları gezmeye başlamıştım. Dağlarına tırmanmış, nehirlerinde kürek çekmiş, semalarında uçmuştum. Bu yolculukların henüz başındaydım. Daha gezecek, görecek, keşfedecek çoook yer vardı.
Dalış ise korkutuyordu beni. Nefessiz kalmaktan çok kapalı bir yerde olma hali korkutuyordu beni. Bir sıkışıklık, sıkışmışlık hissi sarıyordu etrafımı dalışı düşündükçe. Uyumlanamamak… Nefesi huzur içinde düzenli ve sistemli alıp verememek… Teori derslerinden ve havuzda ilk pratikten sonra dünyanın bir ucunda, okyanusun derinliklerinde muhteşem çeşitliliği olan bir resifte dünya yepyeni bir kapı açıyordu bana. Toprak üzerinin manzarası kadar -hatta belki daha da fazla- değişken, çeşitli ve renkli bir dünya! Nefes… Bu nefes kesici manzarada henüz acemiliğimin verdiği ilk tepkilerle hızlı ve derin nefes alış- verişlerimi dengeleyebilirsem rengârenk ama aynı zamanda şeffaf balık sürüsünün arasından daha da keyif alarak geçebilir miydim? Önüm arkam, sağım solum, birbirine karışmıştı. Yön duygusunun yok olduğu, 360 derece hareketli ortamda, yavaşlamak, neredeyse durmak gerekiyordu. Sakince nefes almak ve vermek… Suyun içinde asılı kalınmış bir denge halinde durmak ve izlemek… Hafif beden hareketleriyle neredeyse kaymak… İleri giderken önünde, yanında, altında, üstünde, arkanda neler olduğunu fark etmek… Eller ve kollar bedenin ekstra hareketli birer uzvu olduğunu unutmalıydı. Onları birbirine bağlayıp nefese odaklanmak gerekiyordu. Sonra bir noktada nefese odaklanmaktan da vazgeçip, bedeninize ağzınız yoluyla dışarıdan bağlı bu hava tüpüyle bütünleşmek. Nasıl ki toprak üzerinde gündelik yaşamda nefes alış verişlerinizi otomatik yapıyorsanız suyun altında da otomatikleşmek gerekiyordu.
Ve nefes alıp vermeyi unutmamak. Düzeni sağlamak ve bozmamak gerekiyordu. Böylece su altının sunduğu tüm güzellikler, balıklar ve yıldızlar, mercanlar ve böcekler… Saklananlar ve avlananlar, bazen tandem yüzenler sizin oyun alanınıza teşrif ediyordu.
Çocukluğumda İzmir’de Büyük Efes Otelinin havuzunda kuzenimle oynadığımız anlar geldi aklıma. O yıllarda bu otelin havuz barına gittiyseniz bileceksiniz: havuzun bir duvarı camdı ve aynı seviyedeki bara bakıyordu. Adını bu mu koymuştuk hatırlamıyorum ama balıkçılık oynardık. Suya dalar, deniz dibindeki balıklar olduğumuzu varsayar ve akvaryum havuzun camından barda oturan, yemek yiyen ailelerimize bakardık. Nefesimizi tutarak tabi… Su ve suyun dibi bir noktaya kadar alışık olduğum bir ortamdı dolayısıyla… Üstelik havuzda değil de okyanusta olunca inanılmaz güzellikler gözler önüne seriliyor. İlk bakış bile -her ne kadar kendime dönükse de- bunun göstergesi. Söylenene göre -kendim öyle hissetmesem de- suyun altında ilk deneyim için oldukça rahatmışım. Öte yandan özlemim kendimi bildim bileli hava oldu. Hava, daha çok hava… Açıklıklar, geniş araziler, uzaklara bakan pencereler… Ve rüzgâr… Rüzgârı hissedebilmek bedenimde… Ayağımın toprağa basması önemliydi belki ama o kadar da değil. Havanın akışını hissedebiliyorsam bedenimde benden mutlusu yoktu. Heyecandı farklı aletlerle uçuş deneyimleri… Coşkuydu daha çok.
Dayanıklılığımı ya da sınırlarımı keşfetmekti uzun ve zorlu yürüyüşler, zirvelere tırmanışlar. Bunlarda da bir coşku, bir heyecan vardı… Kendi sınırlarımı esnetebilme heyecanıydı hissettiğim.
Derinliklere iniş bambaşka bir zirve denemesiydi benim için… Heyecan değil meraktı itici gücüm.
Bu ilk dalışta rehberim ve eğitmenim, Roxanne’ın güven veren deneyimli duruşu ile dalış arkadaşlarım İlsu ve Deniz’in yanı başımda oluşları sürecimi bir nebze rahatlatmıştı. Ama durup düşününce, dönüp bakınca bir kere daha kendime… Sorunca o önemli soruyu kendime: “Belirsizliklerle ve sürprizlerle dolu bir oyun alanı olan bu dünyada senin yerin hangisi?” diye sorunca… Var oluşumla şekillenen -belki de var oluşumu şekillendiren- o derin içsel davetin sesini dinlediğimde biliyordum cevabı.
Peki, siz kendi cevabınızı biliyor musunuz? Korkuların durdurduğu yerde vereceğiniz cevabı değil de, içinizdeki o gizli davetin sesini dinlerken vereceğiniz cevabı biliyor musunuz?
Derinlikler mi?
Toprak mı? Toprağa mı basmalı ayağınız her ne olursa olsun? Zirveler mi? Yoksa daha da ötesi, uzay mı?
Ne dersiniz?
Meraklısına not (bu sefer belki de daha çok kendime not)
-İlk dalışımı Hint Okyanusunda Madagaskar’da Nosy-Be adasında Tany Kely’de yaptım. Mart 2010’da su altı milli parkı olarak kabul edilmiş bu resifte mercanlar, rengârenk balıklar ve diğer deniz hayvanlarıyla bakıştık. Deneyimli dalgıç arkadaşlarım buranın biraz renk fakiri olduğunu dile getirirken ben renklerden sarhoş olmuştum.
Neler öğrendim?
-Derinlerde en önemli konu kendine hâkim olabilme meselesi. Bedenine, nefesine… Belki de en çok beynine. Aşırı korkulardan bahsetmiyorum ama endişe duyduğumuz her deneyimde olduğu gibi burada da beyni susturmak ilk önemli adım. Gündelik hayatta yapmış olduğunuz nefes çalışmalarınız ve meditasyonlarda edindiğiniz teknikler derinlere uyumlanmanızı kolaylaştırıyor.
-Nerede daldığınız kadar, kiminle daldığınız da önemli. Ekipmanın tüm kontrollerinin yapılmış olması, tüm güvenlik prosedürlerinin alınmış olması kadar eğitmeninize (ya da sportif dalış alanında ilerlemeye karar verirseniz dalış eşinize) mutlak güven hissetmeniz ve güven vermeniz önemli. Güven duygusu bir yorgan gibi ruhunuzu sarmalamıyorsa, dalmayın.
-Nasıl daldığınız kadar yüzeye nasıl çıktığınız da önemli. Aklınıza estiği gibi hareket etmek burada mümkün değil. Bedeninizin ve becerilerinizin sınırlarını bilmek ve talimatlara uygun hareket etmek en değerli hayatta kalma öğretisi
-Bir kere daha öğrendim ki, korkuda durmak yerine heyecanlarının ve meraklarının peşinde yürümek büyüleyici. Yeter ki doğru zamanda, doğru oyun arkadaşları ile yürüyün heyecanlarınıza. O zaman dünya gerçekten bir oyun alanı.