İK odaklı konferanslarda sıkça kullanılan belli kelimeler ilgiyi çeker, duyguları harekete geçirir. Yaratıcılık, dijital ve inovasyon gibi anahtar kelimelerle beraber hayalden söz etmek büyülenmişliği garantili bir dinleyici kitlesini oluşturur. Hem teknoloji ve business dünyasında ayağı yere basan hem de hayalin çağrıştırdığı çocuksu sevinci yaşatan bu konuşmaları dinlemek zevklidir.
Hayal kurmak, içinde olduğumuz gerçeklere dayanamadığımız ya da katlanamadığımız durumlardaki sığınağımız. Bunu bazen küçük bir çocuğun dikkatini veremeyip takip edemediği derslerdeki dalıp gitmesinde, bazen bir kimsenin kendisini yabancısı hissettiği bir topluluğun içindeykenki hülyalanmalarında görebiliriz. Dalgın, hülyalı ya da ‘gündüz düşleri’ gören kişilere bir örnek görmek isteyenler birkaç yıl önce çıkmış Walter Mitty filmine bakabilirler. Zihnimizin dikkat sistemi önüne konan hedefi benimseyemediğinde, çevrede olan bitene hiç ilgisi olmasa bile kapılır gider. Hayal gücü ile dikkat dağınıklığı arasındaki köprü ‘dalıp gitme’ ve ‘hülyalanmalar’dan oluşur.
Orhan Pamuk’un İstanbul’undaki çocukluk dönemi tasvirlerine baktığınızda, dalıp giden bir çocuğun izlerini bulabilirsiniz. ‘Kefaret’ filmine kaynaklık eden romanı da yazmış olan Ian McEwan ise ‘Daydreamer’ (Gündüz Düşçüsü) adlı kısa romanında 9-10 yaşlarında daldığı hayallerden, ineceği durağı şaşıran, yazmaya çizmeye meraklı ama her zaman yazdıklarının içinde kaybolan bir çocuğu anlatır. Pasaportunu defalarca kaybeden, metroda yanında oturan kardeşini fark etmeyen, yanlış çorapla evden çıkan okurların kendilerine ve çocukluklarına rastlayacakları kitaplar.
Gerçekten hayale kolayca geçip tekrar geri gelebilen beyinlerin değişik bölgeleri arasındaki bağlantıların yoğunluğu bu geçişleri o kadar kolaylaştırır ki, hayalcinin ustalığı ne zaman, hangi noktada, ne kadar kalacağını tayin etmesinde yatar. Daldığımız hayallerden hangi noktada çıkıp gerçeğe döneceğimiz, sonra tekrar hayallere dalacağımızı nasıl anlarız? Adeta bir yunusun denizin derininde yüzüp arada su yüzüne çıkıp nefes aldıktan sonra tekrar geri dalması gibi biteviye devam eden bir döngü gibi mi? Yoksa tam hayallerin derinliğinden gerçeğin su yüzüne çıkmışken bizi orada kalmaya mecbur eden bir ‘şey’ mi vardır?
***
Dalıp gittiğimiz hayaller, güpegündüz uyumasak da gördüğümüz rüyalar, başkasını anlamamıza engel olmadığı sürece pek sorun olmasa gerek. Bir başkasını anlamak için ‘başkasının (belli durumlardaki) düşüncelerini ve duygularını hayal edebilme’ye ihtiyacımız olduğunu düşünürsek, hayal gücümüz, ayarı bozulmadıkça, yanımızda olacaktır. Dalıp gitme kendinden başkasını düşünmeye ve anlamaya engel olduğunda ise bir dikkat bozulması sayılır. Kendi aklımızdakilere dalıp gittiğimizde bu dikkat bozulmasını yine de ‘iyi huylu’ bir problem saymalıyız.
Kendimizin olmayan hayaller ise sıyrılması daha zor bir derinliğe bizi çeker. Ekranda biteviye tekrarlayıcı oyunlar, aynı tip bilgilerin birbirini beslediği sosyal medya, ya da hemen cevaplanmasa da olabilecek mesajlara cevap yetiştirmeye dalıp gittiğimizde, başkalarını anlamaya fırsat bulmak zor olur. Bu dalıp çıkamamanın, güzel bir öyküye ya da bizi alıp başka yerlere götüren bir müziğe dalmaktan farkı ne mi? Öykü ya da müzik, beynin değişik bölgeleri arasındaki bağlantıları kesmez, tek bir alana sınırlamaz, aksine sistemin birçok alanı eş zamanlı kullanmasına imkân verir. Beyinde çok sayıda odak aktif olduğunda zihin tek seferde tek bir işe daha iyi odaklanır, odağını değiştirmekte zorlanmaz. Kendini anlamayı, dolayısıyla başkasını anlayabilmeyi (aklındakini hayal etmeyi) mümkün kılar.