Tarih 29 Kasım 1947 idi.
II. Dünya Savaşı iki yıl önce bitmiş, dünya toparlanmaya çalışırken Holokost gerçeğinin yarattığı dehşetengiz hava devam ediyordu.
İngiltere ise Filistin topraklardan ayrılmak istediğini belirten siyasi manevralarda bulunuyordu. Zaten 1917’de yayınladıkları Balfour Deklarasyonu’nda Dışişleri Bakanı Balfour, “Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Yahudiler için milli bir yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Bu topraklarda yaşayan Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklara ve siyasi statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı da açıkça anlaşılmalıdır” diyerek geleceği şekillendirmişti bir anlamda.
Ve işte o tarihte, 1947’de, Birleşmiş Milletler Örgütü hayati ve tarihsel bir karara imza atar. Filistin’de biri Yahudilerin, diğeri Arapların olmak üzere iki devlet kurulması kararını, hangi toprakları paylaşacaklarının ayrıntısıyla birlikte genel kuruldan geçirir. Bölgedeki Yahudiler kararı kabul eder, 14 Mayıs 1948’in ilk saatlerinde İngilizler 31 yıllık manda yönetimlerine son vererek bölgeden tamamen çekilir ve sabahına bölgedeki Yahudi yerleşimciler ülkelerini kurduklarını ilan eder.
Diğer tarafta ise ne Filistinliler ne bölgedeki Arap devletleri ne de Arap Birliği taksim planını ve iki devletli çözümü kabul eder ve akabinde İsrail’e saldırırlar. Farklı dönemlerde yapılan büyük savaşlarda hep toprak kaybederler.
Eylül 1978’de savaşın kimseye ve halklarına bir faydası olmayacağını anlayan iki vizyoner lider Enver Sedat ve Menahem Begin, Camp David’de ABD Başkanı Jimmy Carter’ın arabuluculuğunda barış anlaşması imzalar. Eylül 1993’te ise Bill Clinton öncülüğünde Yaser Arafat ve Yitzhak Rabin, Oslo Anlaşmasını ve devlet kurulmasıyla sonuçlanabilecek Filistin Özerk Yönetimi’nin kurulma kararını imzalarlar. Bir yıl sonra ise, Ekim 1994’te yine Clinton arabuluculuğunda Kral Hüseyin ile Yitzhak Rabin Ürdün-İsrail Barış Anlaşmasını imzalarlar.
Sıra Filistin Devleti’nin kurulmasına gelmiştir. Nitekim uzun müzakerelerden sonra 2000 yılının temmuz ayında Ehud Barak ile Yaser Arafat, Camp David’de bağımsız bir Filistin Devleti’nin de kurulmasını öngören büyük ve nihai barış anlaşmasını imzalamak için masaya otururlar. Tam 13 gün süren çetin görüşmelerden sonra, Barak vereceği önemli tavizler yüzünden ülkesinde büyük eleştiri ve tepkiler çekeceğini bilmesine rağmen imzaya daha yakın görülür ama Arafat en sonunda anlaşılmayan ve bilinemeyen nedenlerle - anlaşmazlıkları ileri sürerek - imza atmaktan geri çekilir ve yüz yıllık sorunu bitirebilecek bir Filistin Devleti’nin kurulması umudu bir kez daha söner.
Sonrasında ise her iki toplumun kışkırtıcı faaliyetlerinden dolayı bölge iyice istikrarsızlığa girer, İntifada olayları başlar, İsrail çok sert önlemler alır. 2005’te ise tarihi sorunun bir başka kırılma noktası yaşanır. İsrail tek taraflı bir kararla Gazze’den tamamen çekilir ve bölge yavaş yavaş radikal Hamas örgütünün kontrolüne girer.
Sonraki yıllar ise malum olaylarla geçer ve aralıklı olarak İsrail ile Hamas arasında çatışmalar dünya gündemine oturur. Hamas Gazze’den İsrail şehirlerine sivilleri hedef alan yüzlerce hatta binlerce roket atar; karşılık olarak da İsrail uçakları Gazze şehrindeki Hamas hedeflerini bombalar. Arada her iki taraftan da siviller ölür, pis savaşın kurbanı olurlar…
***
Savaşın kendisi gayri insanidir, ahlaki ve insani değerlerin neredeyse sıfırlandığı, hayatta kalmak için öldürmek gerektiğini savunan tarihin en başat ama en alçak insan eylemidir. Zira aslolan hayatta kalma savaşıdır ve en ufak bir tehlikede diğerini yok etmek kendi hayatını garantiye almak demektir. Kimin öldürüldüğü hiç önemli değildir savaşta.
Mutlak orman kanunu geçerlidir savaş zamanlarında…
Geçtiğimiz hafta sonu ise bölge, yeni ama öncesi görülmemiş kadar vahşet içeren bir Hamas eylemiyle sarsıldı. Evlere girildi, siviller katledildi, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden sivillerin kimisi öldürüldü, kimisi rehin alınıp ileride pazarlıklarda kullanılmak üzere Gazze’ye götürüldü. Müzik festivalinde müzik dinlemekten başka bir dertleri olmayan yüzlerce genç katledildi.
Görülenler, distopik ve dehşet verici bir geleceğin fotoğrafları gibiydi ama maalesef bugünün insanına aittiler. Ve en acısı da bu vahşeti savunabilecek veya kınayamayacak insanların olmasıydı…
Ve sonra da, tarihinde ilk kez, bir günde çoğu sivil, 900 vatandaşı öldürülen İsrail de Gazze’yi bombalamaya başladı. Siviller de öldürüldü…
İlginçtir, bölgede barış anlaşması imzalayan Enver Sedat ve Yitzhak Rabin’in, salt barışın peşinde oldukları için kendi fanatikleri tarafından öldürüldüğü bir dünyadır söz konusu olan.
Ve sonra da, hep kendimize sorduğumuz o talihsiz soruyu tekrar tekrar sorar duruma düşüyoruz. “Filistinliler, 1947 kararına uyup kendileri için bir devlet kursalardı veya 2000’de Arafat devletinin kuruluşunu ilan etseydi, bugün bölge ne halde olurdu”yu umutsuzca sormaya devam ediyoruz. Evet, Filistinliler devletlerini kursalardı her şey bambaşka olmayacak mıydı?
Bunu Filistinliler kendilerine sormadıkları sürece hem İsrail, hem Filistin toplumlarında barış istemeyenler kazanacak hep…
***
Barışın peşinde olanların naiflikle suçlandığı bir dünyada ölüme ve öldürmeye değil, insan canına değer veren barışı savunmak bile çok güçleşiyor maalesef.
Barışı savunanlar tanık oldukları karşısında her gün kahroluyor ama giderek de yalnızlaşıyorlar…
Savaş lordlarının kötülüğüne seyirci kalmak, insanlık tarihinin en hazin yenilgisi olsa gerek.