12 Temmuz 1926,
Bağdat, Irak
“Son dakikalar biliyorum…
Yatağımda yatıyorum.
Kalp atışlarım yavaşlarken ve her şeyi geride bırakırken, aşkımı, en büyük aşkımı, çölü düşünüyorum…
Evli bir adama aşık yaşayıp vazgeçtiklerimi düşünüyorum. Onun olmak isteyip ona ait olamamanın verdiği acının bahşettiği güce şükrediyorum.
O öldüğünde duyduğum öfkeyi ve yalnızlığı hatırlıyorum…
Çıplak ayaklarımın çölde kuma bastığımda verdiği hisse sıkı sıkı sarılıp bırakmak istemiyorum… O hissi göğsümde taşıyorum… Zira o his sayesinde biliyorum…
Her daim vahanın ortasındayım.
Evimdeyim.
Kendimi bir kraliçe, çölün taçsız kraliçesi olarak hissediyorum…
Kudüs’ten Tahran’a, İstanbul’dan Konya’ya, Kapadokya’dan Şam’a ben burada ben oluyorum…
Sultanlarla, krallarla, silahlı adamlarla aynı sofralarda oturup savaş konuşuyorum…
Haritalarda hudutlar çiziyorum…
Kendi hayatımda çizgileri yok sayıyorum…
*
Kalbim yorgun.
Ben yorgunum.
Kendimi adadığım çölün ortasında yapayalnızım…
Ama ait olduğum yerdeyim…
İhtimallerin tükendiği bir yerde…
Vazgeçilen ve vücut bulamayan hayallerimde tükeniyorum…
Yavaş yavaş gidiyorum…
Çölün sonsuzluğuna…
Yuvama…
Ortadoğu’da sonsuzluğa…”
***
Herhalde Arap milliyetçilerinin çoğu tarafından sevilen ve Türkler tarafından bir o kadar nahoş hisler uyandıran “el hatun” veya nam-ı diğer “çölün cadısı” Gertrude Bell Bağdat’ta gizemli bir şekilde yatağında uyku hapları aldıktan sonra bunları düşünüyordu diye tahayyül ediyorum…
Gertrude Bell küçüklüğümden beri beni çok etkilemiş bir kadındı. Tarih okumuş olması, başına buyruk ve meraklı biri olması hayranlığımı hep pekiştirmişti açıkçası…
Asil bir aileden gelen bir asiydi tasviri çok yerinde olur sanıyorum…
Kadınların özgür olması gerektiğine inanan ancak kadın erkek münasebetlerinde rollerin değişmemesinin ne derece mühim olduğunu vurgulayan inançsız ve muhafazakâr fakat yenilikçi biriydi… Kısacası tezatların kadınıydı…
Türkçe, Farsça, Kürtçe ve Arapçanın tüm diyalektlerini bilen, arkeolojiye ve istihbarat toplama bilgisine haiz biriydi Bell.
Sıra dışıydı.
Her şeyden evvel şimdiye baktığımızda normların dışında bir kadındı. Evet belki dönem çok kıymetli ve eğitimli bir o kadar da donanımlı insan yetiştirdi ama Gertrude Bell, kadınların üniversitede okumasına müsaade edilip diploma alma haklarının olmadığı bir zaman ilk Oxford tarih bölümüne kayıt olup bölümü birincilikle bitiriyor. İran’da başlayan sonra tüm Ortadoğu ve Yakındoğu’yu ihtiva eden ve içselleştiren bir yaşamı oluyor.
Âşık olduğu (evli) adamın 1915’te Çanakkale’de ölmesi sebebiyle Osmanlı’ya duyduğu nefretin vücut bulduğuna dair tevatürün yanı sıra mevcut bilgiye yani kendi notları, fotoğrafları ve anıları aslında Ortadoğu’ya duyduğu tutkunun asıl mesele olduğuna işaret ediyor.
Varlıklı bir aileden gelmesi, kültürlü ve meraklı olması, daimî olarak öğrenme sevdası onu müthiş eserler bırakmaya adeta mecbur bırakmış.
Hafız’ın şiirlerini İngilizceye çeviren ve halen üstüne daha iyi bir tercümesi olmadığı iddia edilen eserlerinin yanı sıra Türkiye toprakları dahil olmak üzere Yakındoğu’da yaptığı ve finanse ettiği arkeolojik kazılar sayesinde Binbir Kilise ve Gılgamış Destanı tekrar ortaya çıkar.
1900’lerin başında bir İngiliz kadının çölde Bedevilerin arasında Arap isyanları sırasında Churchill’in Savaş Bakanlığı yaptığı bir dönemde strateji danışmanlığı yapar.
Arabistanlı Lawrence ile ahbaptır. Hatta Lawrence’in kariyerinin teşekkülünde etkisi ve emeği tarihin ve anıların tasdiklediği hakikatlerdir…
Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu ve ileride Irak Kralı olacak Faysal ile de yakın dostluğu vardır.
Hatta Faysal’ın tahta çıkmasını sağlayanlar (buna karşı çıkan Fransızların 1921’deki Kahire Konferansında önünü kesen) Bell ve Lawrence olur.
Bağdat’ta bulunan Arkeoloji Müzesini kurmuştur.
Şimdi şüphesiz niye Gertrude Bell çocukken beni bu kadar cezbeden bir isimdi diye soracaklar vardır…
Günümüzde hiçbir şeye tutku duymayan, meraksız, sığ ve bilgisiz çok insan var…
Gertrude Bell bunların tam tersi…
Dünyayı şekillendirmiş…
Değiştirmek için uğraşmış…
Kimi için cadı, kimi için kraliçe olmuş…
Âşkının mahkûmu olmamış…
Gerçek aşkı öğrenmek ve anlamak olmuş…
Kadınların oy veremediği yıllarda yabancısı olduğu topraklarda çöllerde tüm coğrafyanın ve geleceğin mühendisliğini yapmış…
Durmaksızın üretmiş…
Çok sevdiğim ve saydığım bir savaş muhabiri Mithat Bereket bana yıllar evvel “madalyonun iki yüzü vardır Selin” demişti…
Belki de Gertrude yüzünden ben Osmanlı tarihi okudum.
Onun yüzünden bir kadının ne denli güçlü olabileceğini gördüm. Hemcinsim olarak imkânsız bir zamanda birçok şeyi mümkün kılması haricinde bilginin ne denli sihirli olduğunun ispatıdır Bell.
Cadı veya kraliçe, Gertrude Bell bu coğrafyayı anlamak için son derece mühim bir figür.
Ortadoğu’yu anlamaya çalışırken “madalyonun iki tarafına” bakmayı unutmayın…
Herkesin aşkı ve vatanı başka hikâye anlatır…
Ve aslında birbirimizi anlamak o hikâyeleri dinlemekle başlar…