Bayrağa saygı isteriz. Çünkü biz bayrağa saygılı bir milletiz...
Tarihler 10 Eylül 1922 – İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılışının hemen sonrası…
“Atatürk Karşıyaka’da İplikçizade Köşkü’nde konaklayacaktı. Şimdilerde Karşıyaka Evlendirme Dairesinin karşısında, Yalı’daki 380 Numaralı Çağlayan Apartmanının olduğu yerde bulunan bu köşkün güzelliği dillere destandı. Girişte kadınlı, erkekli muazzam bir topluluk birikmişti. Atatürk onları selamlayarak köşke yöneldiğinde yüzü asıldı. Kaşlarını çattı. Çünkü, geçeceği yerde boylu boyunca bir Yunan Bayrağı seriliydi. Oradakilere bunun nedenini sordu. Onlar da Yunan Kralı Konstantin’in 1921 yılında İzmir’e geldiğinde bu köşkte ağırlandığını; yere serilen Türk Bayrağını çiğneyerek içeri girdiğini anlattılar.
Atatürk’ün yanıtı kısa ve kesindi: ‘Yunan Kralı hata etmiş. Çünkü, bayrak bir milletin onurudur. Ben bu hatayı tekrarlamam’ diyerek, yerdeki bayrağı kaldırttı. Köşkün bembeyaz mermerlerinde ilerleyerek, içeri girdi.”
Atatürk’ün, dünyaya mal olan “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü sadece sözde değil, özde olduğunu, savaştığı ülkenin bayrağına göstermiş olduğu bu saygıdan da görmekteyiz.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’un iki ayrı esnaf mahallesinde hangi ülke olursa olsun bir bayrağın yere serilip, oradan geçenlerin güle oynaya o bayrağın üzerine basıp geçmesinden hicap duydum. Ortadoğu’da yaşanan drama, masum çocukların ölmesine, insanların savaşın ortasında evlerinden edilmesine böyle mi tepki göstermek bize yakışırdı? Ne zaman sapla samanı karıştırır olduk?
Öte yandan 2020 yılında büyük emeklerle restorasyonu tamamlanan İzmir’deki Etz Ahayim Sinagoguna ırkçı yazılar yazmak, antisemit bir saldırıda bulunmak hiç ama hiç bize yakışan bir tepki değildi. Nitekim maalesef canım ülkemde “Allah Hitler’den razı olsun” diyen sanatçıdan sonra, Hitler’i rahmetle anan, “Dünya Yahudilerden temizlendikten sonra barışa ve huzura kavuşacaktır” diyen belediye meclis üyesi de gördüğümüzde neye şaşıracağımızı şaşırdık…
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, misyonu Türklerin devlet ve toplum olarak üstün insanlık vasıflarını her türlü olanaktan yararlanarak tüm dünyaya tanıtmak, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için bağnazlık ortamından kaçarak Türk toprağını vatan seçen Musevilere kucak açan Türk Milleti’nin insancıl yaklaşımını en geniş şekilde yurt içinde ve yurt dışına duyurmak ve Musevi yurttaşlarımızım şükran ifadelerinin açıklanmasına yardımcı olmak olan 500. Yıl Vakfı bünyesindeki Türk Musevileri Müzesi’nin 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı tebriğine gelen bazı yorumlar da bir o kadar utanç vericiydi.
Nazi Almanya’sını aratmayan “Yahudiler giremez!” tabelası asan sahafı da görünce ülkemdeki eğitim seviyesinin antisemitizmle paralel ne durumda olduğunu bir kez daha anladım.
Dilerim, kime ve neye tepki verdiğimizin bilincinde sapla samanı birbirine karıştırmadan, geçmişin hatalarından ders alarak, savaşa tepkimizi ırkçılık olarak ortaya koymadığımız, Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ sözüne uygun günler geçiririz…
Şayet Ağaçlar Konuşabilseydi Bize Neler Söylerdi?
2021 yılında İngilizce olarak yayınlanan Elif Şafak’ın ‘Kayıp Ağaçlar Adası’ romanını bu sene yapılan baskısıyla Türkçe olarak okumanızı öneririm.
Bir İncir Ağacı’nın gözünden Kıbrıs’ta yaşanan acıları, geri gelmeyen zamanları, kaybedişleri ve tüm bunların içerisinde aşkı okumak bu acı dolu günlerde zihinlerimize, kalplerimize iyi gelebilir. Kitabın birçok kısmını özellikle de “Acının miras alındığı” kısımları gözlerim yaşlı okudum.
Birçokları için bugün Kuzey Kıbrıs denince aklımıza tatil gelse de, Elif Şafak adanın az bilinen geçmişini, Kayıp Şahıslar Komitesi gibi değerli bir misyonu üstlenen grubu, aidiyet ve bağlılık konularını her zamanki gibi akıcı bir dille işlemiş. Hararetle okumanızı öneririm.