‘Golden Age of Content’ denilen bir zamanda yaşıyoruz. Bu terim istediğimiz her türlü film, kitap, dizi, belgesel ve videoya ulaştığımız günümüzü anlatıyor. Sıkıldığımızda Netflix’i açıyoruz ve binlerce yapım karşımıza çıkıyor ki Netflix’in yanında bir de Disney+, Amazon Prime ve BluTV de var. Eğer Instagram veya Twitter (artık X) gibi bir sosyal medya platformunu açarsanız milyonlarca yazı, yorum, haber bulursunuz; eğer YouTube’u açarsanız yüz milyonlarca video. Zaten her şeye yetişmenin zor olduğu yetmezmiş gibi bir de şirketler dikkatimizin hepsini toplamak için ürettikleri prodüksiyonların sayısını durmadan arttırıyorlar. Eğer bir dizi başarılı olduysa bitirmek yerine yeni sezonları, farklı karakterin hikayelerini devam ettiren spin-off diziler çekiliyor.
Aynı hikaye sporlarda da var. Bu sene milli voleybol takımı oyuncularımız ulusal liglerde, lig play-offlarında, Şampiyonlar Liginde, Avrupa liginde ve Dünya Kupası elemelerinde oynadılar. Voleybol takip edenler haftada en az iki-üç maç izlemek zorunda kaldı. Futbol da benzer bir şekilde ilerliyor. UEFA Şampiyonlar Ligi ve Avrupa liginin ardından Konferans Ligini yıllık takvime iki sezon önce ekledi. Bunun üstüne seneye bu liglere katılan takımların ve oynanacak maçların sayısı da artacak. Uluslararası futbol da geride kalmamak için takvimin her boş anına yeni bir turnuva veya yeni bir hazırlık müsabakası ekliyor. Eğer futbol izlemeyi seven biriyseniz her gün izlenecek maç buluyorsunuz. Aynı haftada salı ve çarşamba günleri Şampiyonlar Ligi izleyip, perşembe Avrupa ve Konferans ligi, cuma, cumartesi ve pazar ise ulusal ligler izlenebiliyor. Peki eğer aynı hafta Netflix’te izlediğiniz dizinin yeni sezonu çıktıysa, tuttuğunuz takımın hem Avrupa’da hem ulusal ligde maçı varsa, bir de İngiltere’de Manchester City - Arsenal maçı olduğu yetmezmiş gibi arkadaşınız size Instagram’dan videolar atıyorsa?
Yetişmek çok zor.
Tabii ki spor ve eğlence bu büyük yetişememezlik yapbozunun sadece küçük bir kısmı. Ben bazen dünyada ne olup ne bittiğini öğrenmek için aynı gün hem 19 Kasım’da yaşanacak olan Arjantin seçimini hem de Apple’ın piyasa değerini takip etmem gerekiyor gibi hissediyorum. Dünyada herkes her bilgiye sahip gibi hissedince çok kolay eksik kalıyor gibi hissediliyor. Bu yolun da ise tek bir sonu var.
‘Abundance Fatigue’ son zamanlarda ortaya çıkan bir terim. Tam anlamı bolluktan gelen yorgunluk demek. Netflix’i açınca ne izleyeceğinize karar veremeyinceki yorgunluk bu. Ne zaman bir diziyi bitirseniz yerini üç farklı dizi ve film alıyor. Sokağa çıktığınızda herkes bir gün önce başka bir maç izlemiş, başka bir haber okumuş. Bu yolun sonu da yetişememezliği kabullenmek. Her sene kendimi kandırarak hem futbol, hem voleybol, hem tenis, hem de Formula 1 müsabakalarını takip edeceğim diyorum. Bu süreçte sadece kendimi yoruyorum. Halbuki her şeye yetişmek imkansız, her şeyi tüketmemiz mümkün değil.
Sanırım bu yazıyla bırakmak istediğim hiçbir şeyi yarım yamalak tüketmemek. Aynı anda oynanan iki maç var diye ikisini aynı anda takip etmek yerine birini keyifle izlemek. Hayatta da zaten böyle yapmak lazım değil mi? Her şeye, herkese, her zamana odaklanmak yerine, şu ana odaklanmak. Yetişememezliği kabullenip, yetişebileceğimiz kadarına yetişmek.