Düşe Kalka Büyümek ve Çocuklu Hayat kitaplarının yeni baskıları nedeniyle Ezgi Hotalak´ın Duvar´da yayımlanmak üzere sorduklarına hazırladığım cevaplardan derlediğim bir yazı.
Çocukların ve gençlerin ruh sağlığını anlamak için bilmemiz gerekenler neler?
Çocuk ve genç ruh sağlığı alanı son 40 yıldır dünyanın değişimine ve bilimin ilerlemesine, teknolojinin yaygınlaşmasına paralel birçok değişime uğradı. Bu konuyu düşünürken çocuklar, gençler ve onlara destek olan ailelerin bizzat yaşadıkları ruh sağlığı zorlukları ve bu zorluklara özel klinik hizmetlerin yanı sıra çocukların hayatında doğrudan yeri giderek başatlaşmış okulların, içinde yaşadıkları toplumların üretim ve gelir dağılım biçimlerinin nasıl değiştiğine de bakmak lazım.
Ülkemizde uzun zamandır çocuk ve gençler en büyük nüfus kesimini oluşturuyor. Bu nüfus çokluğu ruh sağlığı alanındaki giderek kriz düzeyinde artan ama her zaman yüksek kalan talebi tek başına yaratmıyor. En az 28 yaşına kadar genişletilebilecek bu yaş aralığı, insan beyninin en hızlı farklılaşıp geliştiği, bu farklılaşmalarla bağlantılı ruhsal olgunlaşma adımlarının atıldığı bir dönem. Ağır ruhsal bozuklukların çoğunun ilk kendini gösterdiği 14 yaş sonrasındaki ergenlik ve takip eden gençlik döneminde kazalar, cinayetler ve intiharlar öldürücü sonuçlar oluşturmakta ilk üç sıradalar. Bebeklik ve çocukluk dönemi ise ‘nörogelişimsel’ olarak tanımlanan dikkat, dil-öğrenme ve sosyal iletişim gelişim alanlarındaki aşırı farklılaşma ve bozulmaların değişik düzeylerde ortaya çıktığı, sonuçlarının çocuklar ve gençlerin davranış ve duygu düzenleme becerileri başta olmak üzere toptan gelişimini de riske soktuğu bir başka zaman dilimi.
Ruh sağlığını etkileyen toplumsal değişiklikler neler?
Bu kritik gelişim basamaklarının varlığında son on yıllar içerisinde hızlanarak etkilerini hissettiğimiz çok sayıda toplumsal değişiklik oldu. Çocukların içinde büyüdükleri evlerde gelecekle ilgili kaygılar, geçimsizlik, şiddet ve geçinememe arttı. Ülkemizde ekonomik büyüme ve sosyal gelişme bir yandan sürerken, yeryüzünün tahrip edilmesinin, insan haklarının gözden uzak tutulmasının, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin derinleşmesini karanlık bir arka plan olarak gördük. Pandemi, deprem ve diğer doğal afetler, iklim krizinin dolaylı ve dolaysız etkileri, göçler, savaşın yanı sıra hoşnutsuz kitlelere dönük baskı ve yıldırma gibi olaylar duygusal iklimi güvensiz ve tekinsiz kıldı. Bu güvensiz iklim bireyler ve topluluklar üzerinde kendi biyolojik yatkınlıkları, psikososyal geçmişleri ve destek sistemlerine göre değişen ruh sağlığını bozucu etkiler gösterdi. Ruh sağlığıyla ilgili farkındalığı da arttıran bu olumsuzluklara nasıl tepki verdiğimiz, etkilenen bireylerin ve toplulukların ruh sağlığını korumak ve iyileştirmek için ne yaptığımız daha da önem kazandı. Dünyanın çeşitli köşelerinde ruh sağlığı krizi çığlıklarının aynı anda yükselmesi ‘global’ bir mesele ile karşı karşıya olduğumuzu, dayanışma ve iş birliğinin gerekli olduğunu da düşündürüyor.
Pandemiye özgü etkiler neler oldu?
Bu sürecin içerisine özellikle pandemiyi de bir başka toplumsal afet olarak eklemeliyiz. Küresel ölçeğinin yanı sıra çalışma tarzı, eğitim, ev içindeki yaşam gibi hayat alanlarında yarattığı etkilerin geçici olmadığını ancak hissediyoruz. Pandemi ya da deprem gibi sarsıcı sonuçları olmuş durumları unutmaya çalışmak, hiç olmamış gibi muamele etmek, etkilerini anlamamızı geciktirerek durumu çapraşıklaştırıyor. Pandeminin ve depremin sosyal dokuda oluşturduğu yırtılmanın başlıca etkilerini okullar (ve çocuklar ile gençler) üzerinde gördük. Okulların uzun süre kapalı kalması, çocukların psikolojik gelişimine önemli katkısı olan eğitimin diğer araçlarla sürdürülmeye çalışılmasının etkisinin zayıf kalması çocukların akademik gelişimini etkiledi (ABD’de ortalama yüzde 30 civarında kayıplar). Çocukların ve gençlerin başka çocuklar, arkadaşları, öğretmenleri ile bir arada olmasını doğrudan etkileyerek sosyal gelişim üzerine negatif etkisini hep beraber gözledik.
Pandemi birçok kanaldan yarattığı negatif etkilerle var olan ruh sağlığı bozukluklarını derinleştirdi, yatkınlıkların klinik düzeye çıkmasına yol açtı. Örneğin, acil servislere başvurularla ilgili İstanbul’da yaptığımız bir çalışmada gösterildiği gibi, özellikle daha hafif düzeyde seyredilen duygu durum bozukluklarını, davranış bozukluklarını ağır düzeylere çekti. Kendine zarar verme davranışlarında artışlar oldu. Bir istikrar yakalamak üzereyken ülkemizde Şubat 2023 depremi ile gerek deprem bölgesindeki milyonların gerek de bu duruma, ölümlere tanık olan, hayatın sonluluğunu travmatik biçimde fark eden birçok çocuk ve genç bu sürecin sarsıcı etkilerini ruhsal düzeyde yaşadı.
1999 depremiyle, on binlerce kişinin hayatına mal olan yüz binlerce kişinin, daha doğrusu milyonlarca kişinin yer değişikliğine, göç etmesine sebebiyet veren bu doğal afete maruz kalanların travma gibi etkilerle sarsıldığı bir durum olarak nitelendirilebilir. Bu doğal afetler sonucunda özellikle çocuk ve gençlerin ruh sağlığına ilişkin farkındalıkta köklü diyebileceğim değişiklikler oldu. Özellikle büyük 1999 depreminden sonra oluşan ruhsal duyarlılıkla ve farkındalıkla ruh sağlığı alanının sağlığın ayrılmaz parçası olduğunu görmemizi sağladığını söylemek aşırı bir iddia olmaz. Bu önemli gelişmelere rağmen 6 Şubat’ta benzer çaresizlik, tek başınalık ve korku duygularının egemenliğini kırmak uzun zaman aldı; bu alanda yapılacakların çokluğu ile toplumdaki çatlaklar bir araya gelince kamunun boşluklarını doldurmak yine zor oldu.
Nasıl kaygılanmayalım?
Kaynaklar okumaya yetişilemeyecek derecede çok, bilgiye erişim kolay. Yine de bilgi ve kılavuzluk ihtiyacı daha da fazlalaştı. Bu neye bağlı?
‘Yeni olana düşkünlüğün arttığı, anlık olanın tüketiminin bilimsel olanı iteleyip öne geçtiği’ diye tanımlayabileceğim yaklaşık 30 yıllık bir dönem; sonuna gelmediysek de yaklaşıyoruz. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın tanımıyla ‘çocukların hayatlarımızdaki psikolojik değeri’ bütün toplumsal sınıflarda arttı. Hayatın birçok alanında teknoloji güdümlü değişimler baş döndürdükçe, hem çocuklar için hem de kendimiz için ‘neyi nasıl yapacağımıza ilişkin kılavuzlar’ aradık.
Geçmişle bağlarının kopmasından korkup sıkı sıkıya muhafaza etme telaşına düşenler ile geçmişin yetersizliklerinden bunalmış durumda ne gelirse kucaklayanlar olarak’ tarif ettiğim iki uçta kümelenmiş bir toplum doğru/yanlış ayrımını bilimsel nesnellik ışığında yapmaktan daha kestirme yöntemleri arayabilir. ‘Tehlikedelik’ duygusu derken bu tip hemen şimdinin ötesini düşünecek halde olmamayı kastediyorum. Beklemeksizin, ‘zaman kaybetmeksizin’… Birisi, ‘size ayrılan zamanın sonuna geldik’, demişçesine davranıyoruz. Hiçbir şeyden eksik kalmamak, hiçbir şeyden vazgeçmemek, tercihlerimizin uçuculuğu… Bu nasıl kaygı yaratmasın?