Kendisi için ‘cehalet için vakti olmayan düşünür’ denilen, 20. yüzyılın en ünlü bilim felsefecilerinden Karl Popper, Sovyetlerin muhaliflerini sürgüne gönderdiği çalışma kamplarına sahip Gulag Adaları ile Nazilerin gerçekleştirdiği Holokost’u insanların bilmediği fikrini hiçbir zaman kabul etmemişti. Ona göre o insanlar sadece bilmemeyi seçmişti. Oysaki Popper için bilgi, diğer bir deyişle hakikatin temel dayanağı, ahlaki bir zorunluluktu…
***
Ortaçağ karanlığından Aydınlanma dönemi ile çıkan Batı dünyası, modern çağ denilen bu evrede bilgiyi öne çıkararak, insanlığın akıl ve rasyonel düşünme becerisiyle ileriye gideceğini düşünmüş ve bu hedef yolunda bilimde, tıpta, kültürde, sanatta, ekonomide, sanayide ve insana dokunan her alanda bilgiyi merkeze koyarak büyük ilerlemeler gerçekleştirmişti. Ancak Nietzsche’nin 19. yüzyılın sonunda gözlemlediği insanın dekadansı, ruhunun çöküşü ile birlikte ortaya çıkan modernite eleştirileri ile aklın ve bilginin sonucu olan Holokost gerçeği, modernizmi postmodernizm denilen evreye sürükler. Bunun yanında II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan iki kutuplu dünya da postmodern dünyaya ellerini açtığı da ileri sürülebilir pekala da.
Postmodernizm özetle, tek bir doğruyu reddederek hakikatin birden fazla olabileceğini savlar ve de bilgiyle birlikte söylemlere de bu hakikatlerin inşasında onların etkisine başvurur.
İşin içine, yaratılmak istenen algılara yönelik söylemler girince, haliyle modernizmin tek hakikati çoklu hakikat dünyasına dönüşür. Söylemler ise yalan ve çarpıtmalar ile bolca süslendiği için hakikat arayışı iyice bulanık suda balık avlamaya dönüşür. Farklı bilgiler, farklı gerçeklere ve dolayısıyla farklı hakikatlere yelken açarlar. Diğer bir deyişle postmodernizmin hakikat arayışında çok da özenli ve hatta istekli olmadığı sonucunu çıkarmak pek de mümkün.
Bu nedenle, bilginin ve hakikatin tekliğinden yorulan toplumlar postmodern lider ve düşünürlerin önderliğinde birden fazla hakikatin olabileceği anlayışını benimsemeye başlarlar yeni dönemde.
Ve işte kimi düşünürlerin, dönemin sonunda insanlığı duvara çarpıtacağını öngördüğü postmodern dünya, iliklerimize kadar içimizde dolaşmaya başlar.
Ve elbette bunun somut sonuçlarından biri ve belki de en baskını olan post truth -gerçek sonrası- dönemi başlar hayatlarımızda.
Çoklu hakikat düşüncesi, hakikatin görünür evresi olan gerçeklerden de çoklu sistem yaratır post truth sayesinde. Bu kutsal yolda mutlak gerçekler çarpıtılır, yalan bilgi verilir, dezenformasyon devreye girer ama atı alan Üsküdar’ı da geçmiş olur.
Brexit oylaması öncesi, Brexit savunucusu eski bir İngiliz bakanın büyük yalanının, oylamanın az farkla da olsa Brexit’in kabul edilmesinde büyük rol oynadığını tarih yazar mesela.
Ne demişti o İngiliz siyasetçi? “Eğer Avrupa Birliği’nde kalırsak birliğe girebilecek Türkiye’ye, ileride sizin emeklilik fonlarından alınacak milyarlarca pound aktarılacak her sene” dememiş miydi neredeyse noter huzurunda? Ve buna benzer başkalarının da başka yalanlarıyla, bilgi peşinde koşmayan halkın önemli bir kısmı korkutularak Brexit lehine oy vermeleri sağlanmamış mıydı?...
Kısaca, post truth; başta yönetici sınıflarının olmak üzere, kimilerinin, sokaktaki vatandaşı kendi çıkarları için manipüle etmesini amaçlarken hedef kitleyi duygusal anlamda iyi hissettirme adına her türlü çarpıtılmış veya yalan bilgi ve söylemlerle bombaladığı bir dönemi, kazaya uğramış yeni bir gerçekliği simgeliyor. Ve en acısı da bu yaralı gerçeğin, hakikatin kendisi olduğuna da hedef kitleyi inandırmış olması…
Sosyal medyanın post truth’un en etkili ve verimli silahı olması bir başka acı gerçeği gösteriyor. Atılan bir yalanın, çarpıtılmış bir bilginin doğruymuş gibi birkaç saniyede milyonlara ulaşması çoklu hakikat peşinde olan postmodernizmin en büyük zaferi olarak tarihe not düşülmüş durumda.
Bilim, akıl ve doğru bilgi post truth yüzünden neredeyse yenilgiye uğramakta, gerçeğin görülmemesi veya çarpıtılması için utanmayı bırakın, mahcubiyet bile duyulmadan servis edilen yalan ve çarpıtmayla dolu haberler ve sosyal medya mesajları bilgi kaosu peşinde yorulmuş yığınların beyinlerine zehir olarak zerk edilmekte.
Gerçekleri her şeye rağmen öğrenmeye çalışan, belki de azınlıkta kalmış bir kesim ile post truth mağdurları arasındaki hakikat anlayış farkı Arş’a çıkmakta ve bunun sonucu toplum içinde siyasi ve kültürel ayrışma ve bunun getirdiği kutuplaşma geri dönülemez noktalara gelmekte.
Post truth bireyin sorgulama kültürünü benimsemeyen liderlerin de işine yaramakta, onların yönlendirmesiyle sözde bilgi ve sözde hakikat hap gibi verilmeye çalışılarak yeni kurmaya çalıştıkları müesses nizamın temellerinin sağlam olarak atılmasını da sağlamış oluyorlar…
İnsanın var olduğundan beri yalanın da var olduğu elbette biliniyor. Ancak post truh döneminde ortaya atılan yalanlar milyonları etkiliyor. Popper’ın bilgiye ulaşmamayı seçen kesim olarak adlandırdığı kitleler de hazıra konup bu yalanları gerçekmiş gibi kabul ediyor.
Bu gerçeklik, insanlık adına büyük bir dekadans, çöküş olmalı…
***
Türkiye’nin yaşayan en önemli düşünürlerinden İoanna Kuçuradi, postmodernizmi eleştirenlerin başında gelirken, “Gelip çıkmaza dayanmış olan postmodernizmin, toslaya toslaya bu çıkmazda en azından bazı delikler açacağını düşünüyorum” diyor.
Kuçuradi bu dönemin duvara toslayacağını öngörüyor. Ancak, bu dönemin yaratacağı her türlü tahribatın ne derece büyük olabileceğini öngörmek ise mümkün değil.
Postmodernizmin kök nedenini bulmak gerek belki de.
Aklın, bilimin, bilginin önemsizleştirilmesinin nedeni, tüm değerler ikinci plana itilirken, haz, yararlılık ve güce dayanan bir insani gelişme tasarımının yarattığı, eşitliğin mumla arandığı bir dünya olabilir mi acaba?
Modernizmin önemli hataları postmodernizme kapıyı açarken bu yeni dönem daha da büyük bir yıkıma doğru götürüyor tüm dünyayı…