Winston Churchill’in sık sık aklıma gelen bir tavsiyesi vardır…
“Geriye ne kadar gidebilirsen, ileriyi o kadar daha iyi görebilirsin.”
Kulunuz da biraz geriye doğru giderek bugünkü iddiaları değerlendirmenize bırakmak istedim.
Bu yönde ülkemizde yayınlanmış gazetelerden istifade edip olup bitenleri dikkatinize sunacağım:
30 Kasım 1947 tarihli Cumhuriyet… (paylaşım haberi en sağ sütunda ve aşağıda, başlık: “Filistin’in taksimine karar verildi”)
1 Aralık 1947 tarihli Ulus gazetesindeki başlık “Arap memleketlerinde yer yer nümayişler yapılıyor”:
Ve Arap memleketlerinde nümayişler yürüyüşler saldırılar devam ediyor… Özellikle hiçbir Arap devleti Birleşmiş Milletlerin aldığı kararı tanımıyor.
Nitekim 15 Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kuruluşu ilan edilince, Arap ülkeleri derhal saldırıya geçti. Müsaadenizle bu işgal hareketini ve devamını özetleyen kısmı TDV İslam Ansiklopedisinden yaptığım alıntıyla sunacağım:
“İsrail Devleti’nin kuruluşu Araplar tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı ve hemen ertesi gün Arap Birliği’ne bağlı Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan kuvvetlerinin Filistin’e girmesiyle ilk Arap-İsrail savaşı başladı ve önemli askerî başarılar elde eden İsrail, egemenliğindeki toprak miktarını genişletti. Bu arada Birleşmiş Milletler’in kurduğu bir mütareke komisyonu aracılığıyla Kudüs’te Arap ve Yahudi kesimlerini ayıran bir sınır antlaşması yapıldı (20 Temmuz 1948). Mısır’ın Birleşmiş Milletler’in ateşkes çağrısını kabul etmesiyle duran çatışmaların arkasından İsrail savaşa katılan Arap ülkeleriyle ayrı ayrı görüşmeler yaparak Mısır’la 24 Şubat, Lübnan’la 23 Mart, Ürdün’le 3 Nisan ve Suriye ile 20 Temmuz 1949 tarihlerinde mütareke antlaşmaları imzaladı. Savaştan büyük kazançla çıkan İsrail, taksim kararının Yahudilere bıraktığı toprakları en az yarısı kadar genişletmiş oldu. Diğer taraftan kararda Filistinli Araplara bırakılan Batı Şeria’yı Ürdün, Gazze’yi de Mısır işgal etti; ayrıca Kudüs 1967 savaşına kadar Ürdün’de kaldı.”
Son cümleye dikkatinizi çekerim. Bu savaş sonunda hem Mısır hem de Ürdün topraklarını genişletmişlerdir.
Özellikle mütarekeler imzalandıktan sonra İsrail’i tanıyan devletlerin sayısı sürekli artmıştır…
Bir sıçrama yapalım ve 1967 yılına gelelim1… 30 Mayıs 1967 Tercüman:
Bu ve benzeri tahrikler yalnız Mısır’dan değil aynı zamanda Suriye’den de gelmişti. 1948 yılı mütareke şartlarına uymayan Suriye sık sık sınırlardan teröristleri İsrail’e göndermekle yetinmemiş ve Nisan 1967’de top atışlarıyla sık sık yakın köyleri taciz etmişti…
Ancak sona giden adımı 16 Mayıs 1967’de Mısır Başkanı Nasır atmıştı. Hürriyet gazetesine göz atalım: “Mısır, bu bilgilerin ışığında İsrail’e karşı bir askerî harekât yönünde ilk adımı 16 Mayıs’ta attı. Bu tarihte Mısır’da olağanüstü hal ilan edildi ve bütün silahlı kuvvetlerin savaşa hazır durumda oldukları açıklandı. Bunu Ürdün, Suriye, Irak ve Kuveyt’te de olağanüstü hal ilanları izledi. 18 Mayıs’ta Nasır, BM Genel Sekreteri U-Thant ile görüşerek 1956 Savaşından beri Gazze ve Sina’da bulunan BM Barış Gücü’nün geri çekilmesini istedi. Bu istek olumlu karşılanarak BM askerleri bölgeden çekilmeye başladı. 19 Mayıs’ta bu kuvvetlerin yerini Mısır askerlerinin alması “durumu birden bire ciddileştirmiş” ve Mısır-İsrail sınırında “harp tehlikesine” neden olmuştu (Hürriyet, 20 Mayıs 1967)2.
Bu harbin sonucunu hepiniz biliyorsunuz…
Ekim 1973’e gelelim.
Mısır ve Suriye müştereken ve aynı anda ile hem güneyden hem kuzeyden saldırarak ilk iki günde İsrail ordularına ciddi kayıplar verdirmişlerdi. Ancak 20 gün içinde hem Mısır hem Suriye neredeyse başkentlerini bile kaybetmek durumunda kalınca ateş kese razı olmuşlardı.
11 Kasım 1973’te imzalanan antlaşmalardan sonra artık barış rüzgârları esmeye başlamıştı.
Önce Mısır daha sonra Ürdün ve devamında bir iki istisna dışında tüm Arap ülkeleri ile barışa giden yollar aranmış ve belli hedeflere de varılmıştır…
7 Ekim’de başlayan saldırının hiçbir Arap ülkesiyle ilgisi olmadığı açıktır. Fiilen bu saldırının kimin tarafından planlandığı ve kimin tarafından uygulandığı da tam belli değildir. Ancak şu anda bile yorum yapmanın erken olduğu kanaatindeyim. Tek gerçek İsrail’in müthiş bir istihbarat zafiyeti göstermiş olmasıdır.
Ümidim süratle rehineler için bir çözüm bulunması ve tekrar Arap ülkelerinin geçerli temsilcileriyle masaya oturulmasıdır…
Hatırlayalım… Binlerce yıl evvel İzak ve İsmail, babaları Abraham’ı beraberce ebediyete intikal ettirirken, matem gözyaşları birbirine karışarak toprağa düşmüşlerdir.
---
1 Yazıyı uzatmamak için 1956 Süveyş harbinden ve 1970 Eylül ayında bazı FKÖ mensubu Filistinlilerin, Ürdün Kralı Hüseyin’e karşı ayaklandıktan sonra, 1971’de Lübnan’a sürülmelerinden bahsetmedim.
2 Bu paragrafı Sayın Kenan Olgun’un ‘Türk Basınında 1967 Arap –İsrail Savaşı’ başlıklı muhteşem araştırmasından aldım.