Bir eser ortaya koyan, üreten herkesin, okurundan, izleyicisinden, dinleyicisinden mutlaka bir beklentisi olduğunu yadsıyamayız. Bu kişi edebiyatçıdır, ressamdır, heykeltıraştır ya da bestekâr… Hangi alanda isterse olsun, emeğimizin karşılığında hepimizin alkışlanmaya, beğenilmeye ihtiyacı vardır. Aslında eleştirilmeye demek isterdim, ama nedense birçoğumuz, eserimizi o denli kusursuz görürüz ki, gelebilecek olumsuz sözleri hiç duymak istemeyiz. Oysaki gelişmemiz, daha iyiye ve güzele yönelmemizin bir yolunun da eleştiriden geçtiğini biliriz. Kimi zaman ağır, kırıcı da olsa onlara katlanabildiğimiz oranda, kendimizi düzeltme, yetkinleştirme olanağını buluruz.
Eleştiri konusunda hepimiz bir ilgi ve beklenti içinde olsak da, bu isteğimizi açıkça dile getirmekten doğrusu çekiniriz. Belki de ben öyle sanıyorum. Öte yandan, bu konuda içten bir yaklaşımda bulunan, ünlü Rus yazar Gogol’u da görmezliğe gelmek istemiyorum. Onun Ölü Canlar romanının başında, okuruna seslendiği bir bölüm var. Daha ilk satırından son tümcesine kadar nerdeyse yalvarıyor, okurlarından yardım diliyor. Hangi düzeyde eğitim almış, hangi sınıfa ait olurlarsa olsunlar, romanını okuduktan sonra, onu her yönüyle eleştirmelerini istiyor. Öyle ki her konudaki görüşlerini iletebilecekleri adresi de yazının sonuna ekliyor.
Yazar bir yerinde okuruna şöyle sesleniyor: “…kitabım gözünde ne kadar değersiz olursa olsun, rica ediyorum senden, yap bunu; hakkında görüş bildirmeye değmeyecek kadar önemsiz bulsan da kitabımı, yap. Ve sen, yüksek tabakadan olmadığı gibi üst düzey bir eğitimden de geçmemiş, halktan okurum, sen de kendini bana bir şey öğretebilecek bilgiden yoksun biri gibi görme. Şu dünyada yaşayan, başka insanlarla bir araya gelip konuşan, görüşen herkes, başkalarının göremediği bir şeyleri görmüş, başkalarının bilmediği bir şeyleri öğrenmiş olabilir. Onun için beni görüşlerinden, düşüncelerinden yoksun bırakma.”
Sanırım benim gibi okur karşısına çıkan ya da sanatın bir dalında ürün veren birçok insan, bu sözlerin altına imzasını atmaktan kaçınmaz. Hiç değilse okunduğunu, izlendiğini, duyarsız kalınmadığını, önemsendiğini, aynı düşüncede olmasalar bile bir tartışma ortamı içine girebileceğini öğrenmiş olur. Bunun da ileriki çalışmaları için ne denli gerekli ve önemli olduğunu söylemeye gerek yok.
Biliyoruz ki bir eleştiride bulunabilmek için, mutlaka bir birikim, altyapı ve bilgi gerektirir; ama bunların dışında, deneyimleri olan herkesten öğrenebileceğimiz şeyler de vardır. Toplum dışında yaşantısını sürdüren bir çoban, mesleğinde başarılı bir duvarcı, bir küçük esnaf, bir yol işçisi ya da kendi alanında ustalaşmış herhangi bir insan, bizim göremediğimiz ayrıntıları farklı bir şekilde betimleyebilir. İlgimiz dışındaki sanat dalları için de benzer şeyleri söyleyebiliriz.
Kim ne derse desin, bir başkasının eleştirilerini elbette göz önünde bulunduracağız, yararlanacağız; ama unutmayalım ki kendimizi geliştirme yolunda en güçlü eleştirmen yine biziz!