Artweeks bu sene 3-16 Kasım arası Akaretler Sıra Evlerinde sanatseverleri sekizinci kez bir araya getirdi. Birbiri ardı sıra dizilmiş tarihi evlerin içindeki galerilerde çağdaş sanatın en yeni eserleri yer aldı. Yılda iki kez gerçekleşen Artweeks, ‘sanat alanında fuar dışı bir yaklaşım’ olarak tanımlanıyor. Nedeni ise, sergilerin düz alan yerine, bitişik dokuz evin farklı odalarında yapılması. Fuarlarla tek ortak noktası galerilere kiralanması.
İki hafta önce, pazar günü eşimle Akaretler’e gittik. Havanın güneşli olması başlı başına bir hediyeydi. Birincisi mont giy, çıkar veya kolunda tut olayı yoktu. İkincisi, sıra evlerin arka cephesi bir binadan diğerine geçişi olan küçük bahçeler şeklinde tasarlanmış. Böylelikle bir evdeki yapıtları izledikten sonra bahçede soluklanabiliyor, ziyaretçilerle ayaküstü sohbet edilebiliyordu. Turistlerin ve gençlerin çoğunluğu oluşturduğu kalabalık değil rahatsızlık, tam tersine ortama bir renklilik getirmişti. İnsanlar birbirine saygılı; kimse birbirini itmiyor, üst kata giderken merdivenlerde çıkanlar inenlere yer açıyordu. Sanırım eserler kadar etkilendiğim, sokakta giderek unutulmaya yüz tutan ‘saygı’ kavramıydı.
↔↔↔
Kavramsal sanat eserlerini, tesadüfen odada bulunan bir görevlinin anlatısından sonra değerlendirebildim. Fikir harika, ortaya çıkan hikâye mükemmel, ancak kavramı tek başına anlamak -en azından bana göre- biraz zor.
↔↔↔
Cengiz Yatağan’ın sergilediği heykel türünde, büyük boy ‘yap-boz’ (puzzle) parçalarını çok beğendim. Metal üzerine karışık teknikle yaptığı yap-bozlar epoksinin yansıttığı parlaklıkla hayli etkileyiciydi.
Sanatçı yaptığı enstalasyona şöyle bir açıklama getirmiş: “Başlangıçta insan yaşamı binlerce parçaya ayrılmış bir resimdi. Önce bu parçalarla neyi inşa etmesi gerektiğini anladı kişi. Ancak ortası hep boş kaldı.(…) Anlam arayışı sürdükçe, eksik parça daima bir gizemi barındıracak.(…) O devasa yap-bozda ‘tek bir parça’nın bir sanat eseri olduğunu anladığında, onu güzelleştirmeye çalışacak.”
Cengiz Yatağan, Almanya’da doğdu, öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İki yıl Avustralya’da yaşadı. Farklı sektörlerde çalıştı. Tarihi bina restorasyonu alanında uzmanlaştıktan sonra, sanat hayatında yoğunlaştı. Halen Beyoğlu’ndaki atölyesinde uğraş veren sanatçı yurt içi ve yurtdışında sergiler açıyor.
↔↔↔
Farklı anlam taşısalar da ‘pazarlık’ ve ‘protesto’ birbiri peşinden giden kavramlar.
Büyükada’da iskele sahili boyunca sıralanan balıkçı lokantaları bulunur. Genelde herkesin müdavimi olduğu belli bir yer vardır. Oranın garsonuyla belli bir tanışıklık gelişmiştir. “Size en iyisini ayırdım…” muhabbeti yaşanır. Bir süre sonra hesap pusulası olağanın çok üstünde gelmeye başladı. Bir, üç, beş derken iş çığırından çıktı. Birçok aile gitmekten vazgeçti. Kelimeyi çok sevmesem de, mekânı ‘protesto’ etmiştik. Anlattığım uzak bir geçmişte kaldı. Sonraları gidilen her lokantada yemek öncesinde balığın fiyatı sorulup pazarlık yapıldı. Önceleri renkten renge giriyordum. Bana göre pazarlık sadece Kapalıçarşı kültürünün bir parçasıydı.
Yakın zamanda en çok şaşırdığım, sağlık kuruluşlarında yapılan pazarlıklar… İndirim bile diyemiyorum. Üstelik yılların alışkanlığıyla ‘en güvenilir’ olarak bildiğimiz kuruluşlarda yaşıyoruz bunu. Başlıca neden ekonomik koşullar ve artan maliyetler… Tanı merkezi protesto edilemeyeceğine göre devreye pazarlık giriyor.
7 Ekim sonrasında, Cornell, Stanford, Brown, Princeton gibi Amerika’nın en saygın Ivy Ligi üniversite kampüslerinde yaşanan kargaşa ve kaos ürkütücü boyutlara ulaştı. Antisemit protesto gösterileri, bireysel saldırılar, öğrenciler arasında kırılmalara yol açtı. Üniversite bağışçıları, sponsor ülkeler arasında kimler var bilmiyorum. Protestolar pazarlığa dönüşürse sonuçlar tatsız olabilir.
Sanatçı Cengiz Yatağan’ın dediği üzere, “Yap-bozunuzun eksik parçasını bulmanız” dileğiyle…
Sağlıkla kalın.