7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’de yaptığı terör saldırısının ardından İsrail’in 17 Ekim’de, Gazze’deki El-Ehli Hastanesini bombaladığı haberi üzerine dünya çapında hiç görülmediği kadar yoğunlukta İsrail karşıtı gösterilerin yapıldığını hatırlıyorsunuz. Hastaneye bir roket düşmüştü fakat her iki taraf da roketin diğer tarafa ait olduğunu söylüyor, kanıtlar ileri sürüyordu. İnsanların başından beri İsrail-Filistin meselesine yaklaşımları her ne olduysa hastane konusundaki duruşları birebir aynıydı. Hiçbir yeni kanıt, hiçbir uzman görüşü, hiçbir ses ya da görüntü kaydı kimseyi durduğu noktadan hareket ettirmiyordu. Tuttuğu görüşe aykırı bir kanıt varsa o kanıt Hollywood yapımıydı yani düzmeceydi, kurguydu. Hatta İsrailliler böyle durumlarda, Palestine ve Hollywood kelimelerini birleşimi olan Pollywood terimini kullanıyor.
El-Ehli olayında, gerek tanıdığım insanlar olsun gerek sosyal medyada okuduğum yüzlerce tweet ve onların altında yazan kat kat sayıda okuyucu yorumu olsun insanlar kendi fikirlerinden kesinlikle ödün vermiyor, ‘acaba’ bile demiyordu. Bırakın insanları ülkeler bile daha gerçeklerden emin olmadan net bir tavır ortaya koymuştu.
Pazar günü İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) uzunca bir inceleme sonucunda açıkladığı rapora göre hastaneye düşen bombanın Filistin silahlı grupların genelde kullandığı roket güdümlü mühimmat olduğu sonucuna vardı. Hamas beklenildiği gibi HRW’nin objektif olmadığını belirterek raporu yok saydı. Artık gerçeklerin hiçbir öneminin olmadığı önemli olanın düşünceler olduğu bir dünyada yaşadığımız bir kez daha tescillendiğine göre bunun bilimsel nedenlerine odaklanmamın vakti geçiyordu bile.
Araştırmalarıma başladığımda ta Rönesans çağına gideceğimi beklemiyordum. Ünlü İngiliz filozof, bilim insanı ve politikacı Francis Bacon 1620 yılında çoktan insanların bu zaafını gözler önüne sermişti. ‘Novum Organum’ eserinde Bacon şöyle diyordu: “İnsan anlayışı bir kere bir fikri benimsediğinde onu desteklemek ve onunla aynı çizgide olmak için her şeyi ona uydurur. Diğer tarafta daha fazla sayıda örnek bulunsa da bunları ya göz ardı eder ya da küçümser. Böylece bu büyük ve zararlı önyargı, önceki fikirlerinin otoritesini dokunulmaz kılar.” Bilimsel felsefenin öncüsü olarak Bacon bugün bu çıkarımın MR makinesine giren denekler tarafından kanıtlandığını görse çok mutlu olurdu.
Emory Üniversitesinden psikolog Drew Weston bu deneyi 2004’te ABD başkanlık seçimlerinden hemen önce yaptı. Kendisini aşırı Demokrat veya aşırı Cumhuriyetçi diye tanımlayan 30’ar deneğe adayların kendi içinde çelişen demeçleri dinletildi. Tam olarak beklentiler doğrultusunda denekler karşı tarafın adayını acımasızca eleştirirken, kendi adaylarını rahat bıraktılar. Peki beyin taramalarında ne görüldü?
Beynin düşünme, akıl ve dil işlevlerinden sorumlu olan prefrontal korteksin (önbeyin) yan ve üst kısmında bulunan bölgeye dorsolateral prefontal korteks deniyor. Bu bölüm dikkat, çalışma belleği, düşünce esnekliği, hedef odaklı davranışlar, planlama ve karar verme gibi yüksek düzeyde bilişsel işlevlerin düzenlendiği bölge. Hani ‘akıl var mantık var’ dediğimizde arayacağımız yer orası. İşte siyasi olarak oldukça tutkulu 60 deneğimizin bu bölgesi sorulara yanıt verirken uyku halindeymiş.
Ya nereleri aktifti? Westin’e göre duygularla ilgili devrelerin oluşturduğu ağlar ve çatışma çözmede kullanılan devreler sürekli yanıp sönüyordu. İlginç bir şekilde, belirli sonuçları ödüllendiren sinir devreleri de aktive oluyordu. Sanki insanlar düşüncelerini mutlu hissettikleri sonuçlara ulaşıncaya kadar değiştiriyor gibi görünüyordu. Bulunca ise ödül almış gibi hissediyor, olumsuz hislerin yeri hızla olumlu duygularla yer değiştiriyordu. Fikirlerinde yanılmamış olma duygusu veya yeni bilgilerin kişinin fikirleriyle örtüşmesi (her ne kadar zorlamayla da olsa) kişide ödül kazanmış hissi uyandırıyor, bu da vücuda dopamin ve adrenalin salgılanması demek oluyor. Yemek, seks, roller coaster’a binmek ya da bir tartışmayı kazanmak, hepsinin sonucunda aynı hormonlar salgılanıyor. Bu duyguyu daha sık yaşamayı kim istemez ki? Bağımlılık mı dediniz?
Hayata bakış açımız, inançlarımız ve fikirlerimiz çocukluğumuzdan itibaren oluşmaya başlıyor. Ailemizle, sosyalleştiğimiz gruplarla, takip ettiğimiz medyayla ve kendi beynimizin çalışma şekliyle iyice oturuyor. Sonunda bu dünya görüşümüzle kendimizi tanımlar hale geliyoruz ve tüm etkileşimlerimizi bu kimliğimizle yapıyoruz. Biri dünya görüşümüze meydan okuduğunda benliğimize saldırılmış gibi hissediyoruz. Bizi biz yapan değerlerin yanlış olduğuna ikna edilmemiz çok zor çünkü bunu yapmasını beklediğimiz beynimizin ilk ve ana görevi bizi korumak. Bu gibi stresli durumlarda kortisol hormonu salgılıyoruz. Bu hormon fazla salgılandığında akıl ve mantık gibi beynin yönetici fonksiyonlarını ele geçiriliyor. ‘Amigdala Hijack’ deniyor bu duruma. Amigdala (bize savaş ya da kaç diyen beynin bölümü) çok aktifleşiyor. Bu olduğunda karşımızdakine saldırganlaşabiliriz, bağırabiliriz ve onu dinlemeyi hepten bırakabiliriz.
Yine de vücudumuzdaki hormon savaşlarına yenik düşüp, oturmuş fikirlerimize yeni bilgiler ve kanıtlarla meydan okunmasına engel koyacak değiliz. Açık fikirli olacağız. Saldırgan olmayacağız. Asla hakaret etmeyeceğiz. Bir tartışmaya girmeden önce etraflıca objektif kaynaklardan araştırmamızı yapacağız. Komplo teorilerinden, uçuk kaçık fikirlerden uzak duracağız. Tartışmaları kaybetmeyi de sindireceğiz. Böyle böyle doğruya ulaşıp büyüyeceğiz.
Bu son kısım biraz kişisel gelişim gibi oldu kusura bakmayın Evrenin Sırları okuyucularım. Psikoloji bir bilimdir ancak insan aklıyla uğraşırken diğer bilim dalları kadar net ve kesin olamıyor.
Bir fizikçi, bir kimyacı, bir biyolog ve bir psikolog bara gitmiş. Fizikçi ‘konyak alayım’ demiş. Kimyacı beyaz şarap söylemiş. Biyolog da viski istemiş. Psikolog ''pardon yanlış fıkradayım'' demiş.