Önemsenmek

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
29 Kasım 2023 Çarşamba

Sizce; dünyanın ekseni bir kelime olsaydı, dünya hangi kelimenin etrafında dönerdi?

Sevgi, aşk, para, tutku, adalet, hoşgörü…

Hangisi?

İnanın, hiçbiri…

Dünya, tek kelimenin peşinde sürüklenen insanlarla doluyken başka bir şey aramamıza gerek yok. Kadın, erkek, çoluk çocuk, hatta akıl sahibi olmayan bütün canlıların tek bir derdi var şu hayatta: Önemsenmek.

Önemsenmek, nefis bir türemiş sözcük: Ön-em-se-n-mek diye ayrılıyor. Ön sözcüğünden daha güçlü bir yere evriliyor tek ekle, önem… Ehemmiyet, dikkat, özen, el üstünde tutmak, öne çıkarmak, öncelik vermek… Artık adına ne diyecekseniz… Sonrasında fiil yapıyoruz onu, bütün bu saydıklarımızı yükleme hali ve sonuncusu edilgen bir ekle işi başkasına taşıyor, önemsen diyoruz. Sonra ondan söz edebilmek için de mastar eki getirip sonuna, yine isim yapıyoruz onu, önemsenmek oluyor.

Bu iş, kendi kendine olmaz, dönüşlü bir hali istisnai olarak bile yoktur. Varsa da narsizme girer inceden inceye... İşin en doğru tarafı, önemsemek başkası tarafından gerçekleştirildiğinde sözcüğün taşıdığı anlamdır. Başkası tarafından en önde, en güzide yerde, en özenli bir şekilde, biricik sayılarak, değer verilmek… Dünya bir yana, sen bir yana durumu yaşamak…

Tek kelimenin peşinde sürüklenen insanlar, dedim farkındaysanız. Yürüyen demedim. Çünkü gerçek anlamda önemsendiğini düşünen çok da fazla kişi yok sanki hayatın içinde. Bu sebeple de yürümek, koşmak veya takip etmek gibi net fiilleri kaldırmıyor bu cümle… İnsanlar, dilenci misali sürükleniyor bu kelimenin ardı sıra… Acizlik, muhtaçlık ve yalvarma hali içinde… Ama kime sorsanız, herkes önemseyendir. Eşini, çocuğunu, annesini, babasını, sevgilisini, öğrencisini, işini, hayatını önemser. Kimse tersini kabul etmez.

Önemser mi sahiden, yoksa önemsediğini mi sanır?

Ben ne kadar önemsediğimi ve ne kadar önemsendiğimi,  öğretmenler gününde bir kere daha anladım. Okuldayken de anlardım tabii ki ama iki senedir sanki daha iyi anlıyorum. İki senedir diyorum çünkü ondan önce okuldaydım. Benim zaten hali hazırda önemsediğim, geleceğe hazırladığım öğrencilerim vardı bir kurumun çatısı altında… Önemsendiğimin de farkındaydım, çocuklar bana güvenirdi. Soracağı soruların cevaplarının bende olduğunu bilirlerdi.  Şimdi hepsi mezun… Kalanlar da bu sene mezun olacak ve sonrasında okulun tarihçesine eklenen bir ad ve soy ad olacağım çünkü küçük sınıflar-eğer abla veya abilerini okutmadıysam- beni isim olarak bile bilmezler. Bütün bunlar mükemmel bir normal hal…

Ama okuldan ayrıldıktan sonra, yirmi yedi yıla sığan mezunların; yurt içinden, yurt dışından yazdıkları mektuplar, gönderdikleri mesajlar, çiçekler… Kimse benim kadar şanslı olmaz, olamaz. Ben sadece okulda öğretmenlik yapmadım, dünya kadar da dost edindim. Kendimden yaşça çok büyükler arkadaşım oldu, benden çok küçüklerle aynı anda anne oldum, aynı günde anne-baba okulunda kep fırlatıp diploma aldım, zaman geldi onlara konuk çağırdım; zaman geldi, onlar konuğum oldu. O kadar farklı sektörlerden o kadar farklı insanlar eklendi ki hayatıma, sayısını bilmiyorum.

Geçenlerde bunu bir kere daha anladım. TÜSİAD’ın, Cumhuriyetin 100. yılı sebebiyle verdiği davete, eş durumundan dahil olmuştum. Kokteyl alanında beraber duruyorduk eşimle; o, arkadaşlarını görünce kısa aralıklarla onların yanlarına gidiyor, sohbet ediyorduk. Sonra bir ara bir baktım ki bizim yanımıza da gazeteciler, iş dünyasından farklı isimler yaklaşıp önce benim elimi sıkıyorlar. Ta, eski adı Kariyer Ofisi, yeni adıyla Ulus Kariyer Akademi Koordinatörlüğü zamanımdan kalma isimler, beni hatırlayıp yanıma geliyor ve okulda işlerin nasıl gittiğini soruyorlar. Okulun ne kadar değerli bir kurum olduğunu, okulda ne kadar güzel işlere imza attığımızı söyleyip bana başka kurumlardan çok farklı olduğumuzu, bizden başka hiçbir kurumda bu tür etkinliklere katılmadıklarını anlatıyorlar. Okulumun yalnız bizim toplumun gözünde değil, geniş toplumun gözünde de böylesine değerli bir kurum olarak zihinlerde iz bıraktığını görmek, bana yine çok iyi geldi. Ben de kendimi, neler yaptığımı hatırladım. İnsan, geçmişi düşünüp şunu yaptım, bunu yaptım demiyormuş kendi kendine, ya da ben demiyormuşum. Birileri gelip de, sizin okul ne kadar farklı, dediğinde düşünme hakkını ilk defa gördüm kendimde… Farklıdır doğru, çünkü biz de okulumuzu önemserdik, en az kendimiz kadar ve çok severdik… İnsanın yalnız insanı ya da hayatı değil, içinde bulunduğu kurumu da en az onları sevdiği kadar sevip önemsemesi gerekiyor bana göre…

Tarihçeye ad-soy ad eklenmekten çok daha değerli bir iki şey var, ben çok önemsedim ve çok önemsendim.

O zaman neymiş, dedim kendi kendime…

O zaman, dünyanın en şanslı öğretmeni ben’mişim…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün