Sözün sürgünü

“Ne olduğunu bilin, unutmayın ve asla bilemeyeceksiniz.” Elie Wiesel

Dalia MAYA Köşe Yazısı Sesli Dinle
29 Kasım 2023 Çarşamba

Ama barışın tersine, savaş sözle anlatılamaz. Söz savaş denen kıyıcı kini gizlemeden kışkırtır. Teorik olarak, savaşı ve dehşetini, savaş denen küfrü, bu meşru ve yüceltilmiş kasaplığın grotesk ıstırabını kimsenin anlatmaması gerekirdi. James Joyce ve Franz Kafka, Birinci Dünya Savaşı üzerine hiçbir şey yazmadılar. Doğrusunu söylemek gerekirse, düş kuranlar gibi düşleri de öldürdüğüne göre, muhayyileyi ufuksuz bırakarak sınırlandırdığına göre savaşın düş kurdurmaması gerekirdi.”

“Ve gerçekte bilmemek nasıl kabul edilebilir? Auschwitz hakkındaki kitapları, oradaki herkesin arzusunu, son arzusunu okuyoruz: Ne olduğunu bilin, unutmayın ve asla bilemeyeceksiniz” diye yazmıştı Elie Wiesel Sürgünler Çağı* kitabında.

 

Bilemeyeceksiniz. Bilemeyeceğiz. Aklımız bildiğini sanacak ama savaşta ne yaşandığını, tam olarak ne yaşandığını asla bilemeyeceğiz. Serbest bırakılan rehineler anlatacak belki bir kısmını, kendimizi o rehinelerin yerine koymaya çalışacağız belki, yaşadıklarını anlamaya çalışacağız anlayabildiğimiz kadar. Ama işte, sadece anlayabildiğimiz kadar anlayacağız. Anlatacaklar, söze, filme, sanata dökülecek yaşadıkları. Ancak yine Wiesel’in aynı kitapta yazdığı gibi “bir sözcüğü diğerinden ayıran mesafe, bazen yeryüzü ile yıldızlar arasındaki mesafeden büyük olur.” Bazan da söylenen bir sözcüğün içerdiği derinlikten duyulan sözcüğün taşıdığı derinliği ayıran mesafe yeryüzü ile yıldızlar arasındaki mesafeden daha büyük olur. Söyleyenin sözcüklerinin ardında gizlenen karanlık kuyuların derinliği dinleyenin hiç inmediği derinliklerdir çünkü. İnmediği, bilmediği, yaşamadığı karanlıklar.  Daha doğrusu inmek, bilmek ve yaşamak zorunda kalmadığı karanlıklar. O yüzden anlamaz. Anlayamaz.

Bazan da yollarını şaşırır sözcükler.  Yine aynı kitaba dönersek, “Rabbi Zusia sık sık, Galut Hadibur’dan yani Sözün Sürgünü’nden bahsederdi: Sözcükler yollarını şaşırdıklarında, yer değiştirdiklerinde ya da anlamlarını yitirdiklerinde, derdi, sözcükler yalan söylemeye başladıklarında, onları telaffuz edenler ya da kağıda geçirenler köklerinden sökülmüşlerin en fecisi olur. Kuşkusuz, en acınası olanları da.” 

Son zamanlarda söz hep sürgünde. Söz havalarda uçuşuyor. Hangi söz doğru hangisi yanlış bilemiyoruz. Söz havalarda uçuştukça sürgün büyüyor. Söz sürgün oldukça mesafe de büyüyor. Taraflar arasındaki mesafe büyüyor. Taraflarla taraf olmayanlar arasındaki mesafe de büyüyor. Belki de mesafeyi kısaltmak için önce susmak gerekir. Susmak ve dinlemek. Zira, uçuşan sürgün sözlerin arasında yine de bazı sözcükler kendi köşelerinde düş kurmaktadır. O yüzden susmak ve dinlemek gerekir. Düşün o kısık davetini duymaya bakmak. Mesafeyi kısaltacak olan o daveti. Barışa daveti. Yaşama daveti.

Sözü yine Üstat Wiesel’e bırakalım: “Hasidik anlatıcıların en büyüğü olan Bratislavalı Rabbi Nahman’ın sözlerini tekrarlayacak olursak, ilahi Yaradılışta, bu dünyadaki tüm varlıkların bir yüreği vardır; yüreğin kendisinin de, dünyanın yüreği olan bir yüreği… Bu hocaya göre, gürültü sese, ses şarkıya, şarkı hikayeye dönüşür. Çevremizdeki sesleri algılamak için kulak kabartmamız yeterlidir. Ağaçların yaprakları otlarla konuşur, bulutlar aralarında işaretleşir, rüzgar sırları bir diyardan ötekine taşır: Dinlemeyi öğrenmek gerekir, işte gizemin anahtarı budur.” 

Susup da kulak kabartmayı becerdiğimizde, kulak kabartıp da duyduğumuzda, dünyanın yüreğini duyduğumuzda, gizemin anahtarına ulaştığımızda, işte o gün, barış nihayet hükmedecek mavi gezegenimize.

Meraklısına not:
Alıntılar Elie Wesel’in Sürgünler Çağı kitabından, Helikopter Kitap Yayınevi Ltd., Çev. Renan Akman, ISBN 978-605-5819-39-2

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün