2009 yılıydı, 15 Kasım 2003 terör saldırılarından sonra ilk defa sokakta, medyada, sosyal medyada bu denli yoğun antisemitizmi hissetmiştim.
Abide-i Hürriyet Caddesinde, Şişli Beth Israel Sinagogu’nun üst tarafında bir binaya giydirilen ‘Öldürmeyeceksin’ yazılı pankartı, sonrasında kendini kaybetmiş kimi yazarların akıl dışı yazdıklarını daha dün gibi hatırlıyorum.
İşte tam da bu nedenle 7 Ekim sabahı, önümüzdeki günlerde yaşanacakları düşünüp her ne kadar antisemitizm konusunda antrenmanlı olsak da daha da ne yaşayabiliriz ki demekten kendimi alamamıştım. Geçtiğimiz hafta içindeki kimi söylem ve hedefini şaşırmış maksatlı sözde protestolar bir Türk Yahudi’si olarak bende onarması zor izler bıraktı.
Kurucuları arasında Sultan 2.Abdülhamit’in göz doktoru Elias Kohen Paşa’nın da bulunduğu, İsrail Devleti’nden yaklaşık 50 sene evvel 1898 yılında, idealist doktorların ve hayırseverlerin katkılarıyla, bizzat Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla kurulmuş Or Ahayim Hastanesi’nin yakınında protesto gösterisi yapmanın bu topraklardaki son Yahudileri huzursuz etmekten başka hangi davaya katkısı olur dersiniz?
Sosyal medyadan artık cezai bir yaptırımı olmayacağının bilincinde rahatlıkla nefret suçu işleyenler, Türk Yahudilerini hedef gösterenler her şey bittiğinde bu topraklarda kalan son Yahudiler’in çocukları da farklı diyarlara göç ettiğinde mi mutlu olacaklar?
Ne derseniz söyleyin, ne yazarsanız yazın sadece aidiyetiniz nedeniyle samimiyetinize inanılmayan, her daim misafir görülmeye çalışıldığınız bir ortamda, taraf olmadığınız, müdahil olamadığınız bir şekilde her geçen gün psikolojik mücadeleye maruz kalmanız sağlıklı bir yaşamı mümkün kılabilir mi?
Ölüm haberlerini duydukça her insan evladı gibi kalplerimizin ağrıdığı, masum sivillerin kim olursa olsun hedef alınmasını toplum olarak şiddetle kınadığımız zamanlarda dahi ‘yeterince’ kınamamakla itham edilip, samimiyetimiz sorgulandı.
Köşe yazılarında, sözde ‘tarafsız’ TV programlarında, akademisyenler havada uçuşurken Arz-ı Mevut ile başlayan ‘akademik’ sohbetler hızını gittikçe arttırıp, bağlamdan koptukça, Netanyahu’yu protesto etmek bambaşka bir hal alıp, Tevrat’ın ‘tahrif edilmişliğinden’ ‘lanetli kavim’ kavramlarına kadar antisemit motiflerle olabildiğince süslendi.
Dilerim bu savaş daha fazla masum insan ölmeden, sivillerin evlerine dönebilmesi ile bir an evvel bitsin. Peki ya toplumlara bu dönemde olduğunca ekilen kin ve nefretin tahribatını onarmak mümkün olabilecek midir?
Netanyahu karşıtı gösterilerin bir süre sonra antisemitizme dönüşmesi, özellikle kimi ülkelerde insanların kendi yaşamsal dertlerine kılıf bulmak ve kısa süreli de olsa onları tek bir amaç etrafında bir araya getirmek midir?
Sorunların kökenine inmeden, yaşamı ve güvenliği tekrardan herkes için mümkün kılmadan, tek taraflı bir propaganda ile aynı ezberleri tekrarlamanın ne uzun süreli bir barışa ne de yan yana bir yaşama katkısı olabilecektir.
Sokağa çıkarken ‘acaba’ sorusunu sormayacağımız, okula, ibadete güvenle gidebileceğimiz, sapla samanın karışıp hedef gösterilmediğimiz günler dileğiyle…