2001 yılında Show TV’de yayına giren bir reality show vardı: “Biri Bizi Gözetliyor”. BBG Evi olarak bilinen bir mekânda 100 gün süreyle bir arada yaşayan yarışmacılar seyirciden en fazla puanı kapabilmek için canlı yayında onları izleyenlere 7/24 hayatlarını açarlardı. Vasat bir içeriği ekrana taşıyarak başkalarının ilgisini çekmek ve bundan para kazanmak fikri o zaman için çok ender rastlanan bir iş modeli idi.
Facebook 2004’te, Youtube 2005’te, Twitter 2006’da, Instagram 2010’da, TikTok ise 2016’da hayatımıza girdi. Yani sosyal medyanın titanları yokken haliyle internet fenomenleri de yoktu. Haksızlık etmeyelim: Kars doğumlu İzmirli bir Mahir Çağrı vardı. 1999’da “I kiss you” sloganı ve Sacha Baron Cohen’in Borat karakterini imrendirecek sakillikteki davranışları ile bir çeşit fenomen olmuştu.
Eskiden eğlence dünyasında milyonların ilgisini paraya tahvil etmek için meşhur olmak gerekirdi. Meşhur olmanın yolu yaptığınız işi mükemmele yakın bir şekilde yapmaktan geçerdi. Bir Grace Kelly, bir Ingrid Bergman, bir Fred Astaire olabilmenin altında inanılmaz bir yetenek ve inanılmaz bir çalışma hikayesi olduğunu tahmin ediyorum. Spor dünyası da farklı değil. Bugün 600 milyon takipçisi bulunan Ronaldo veya 500 milyona yakında takipçisi olan Messi bu kadar takipçiyi mutfağındaki buzdolabının önünde çektikleri videoyu paylaşarak edinmediler.
Sosyal medya platformlarından akşamdan sabaha milyonlar kazanabilen fenomenlerin kaçı gerçekten olağan dışı yetenekleri sayesinde geniş kitlelerce takip edilir olmuşlardır? İş hayatında herhangi bir iz bırakmamış, topluma bir faydası dokunmamış, düne kadar yaptıklarından haberdar olunmayan insanların aniden fenomen olup ulaştıkları lüks hayattan enstantaneleri garibanın gözüne sokarak para kazanıyor olmaları, geleceğine endişe ile bakan gençleri nasıl etkilemektedir? Para kazanmak için her yol mubah mıdır? Avrodan bigudilerle, mahalle ağzı konuşmalarla, başına türban takıp memelerini aç kapat yapmakla para kazanılabildiğini gören gençlerin uzun yıllar ortalama bir maaşa talim ederek hayat kurmalarını beklemek ne kadar gerçekçidir?
Yetenekleri sayesinde kazandıkları milyon dolarları (ilgi odağındaki bankanın teftiş raporundaki ifade ile) “ortalama zekâ seviyesine sahip insanların dahi şüphelenmesini gerektiren” vaat ve belge düzeniyle kaptıran meşhurlar, hangi davranışları ile örnek oldular gençlere? Bir marka olmanın altında yatan disiplin, özen, karakter özellikleri ve çalışmaları ile mi, yoksa aç gözlülükleri ile mi?
Zaman zaman arkadaş ortamında bu gizli fona para yatırma olayıyla ilgili sorulara muhatap oluyorum. Nedense, konuya ilişkin daha “juicy” detayları bildiğime dair bir yanılgı söz konusu. Bense, bu tip olayların neden bu denli büyük ilgi görmekte olduğunu anlamaya çalışıyorum. Yalan yok, sayfalarca yazılan ifadeleri okuyup büyük resimde ilgili bankanın işin içine nasıl çekilmeye çalışıldığına dair gelişmeleri takip eder oldum. Bir nev’i BBG Evi’nin seyircisi gibiyiz.
Neden bu ilgi? Kolay para arayışı değil mi? Mütevazi tasarruflarının negatif reel faizler nedeniyle güneşteki dondurma gibi eridiğini görenlerle enflasyona yetişemeyen sabit gelirlilerin kafasında son yılların ekonomik hayatını tanımlayan şöyle bir resim oluştu: Ortalıkta anormal paralar dolaşıyor. Gayrimenkul fiyatları uçmuş; dünyadaki en yüksek vergilere rağmen satılan lüks otomobillerden geçilmiyor; bir haftalık aile tatili hatta bir gece güzel bir restoranda yemek için dahi bir servet gerekiyor. Bize gelmediğine göre kime gidiyor bu paralar? Yaptırımlardan kaçıp İstanbul’u merkez üssü haline getiren Rus mafyası mıdır? Gayrimenkul alıp vatandaş olan veya turist olarak ülkemizde zaman geçiren çoğu Körfez ülkeleri kaynaklı Arap zenginleri mi harcıyor? İhale zenginleri mi? Yoksa sosyal medyadan yeni servetlerini gözümüze sokanlar mı? Bilemiyoruz.
Oysa, 2024 için bırakın kazanmayı, eldekini korumanın dahi daha zor olacağı görünüyor. Şubat ayında yaşanan büyük depremin maddi hasarının 100 milyar doların üzerinde olduğu söyleniyor. Faizler artıyor, vergiler artıyor; Maliye Bakanı “ihracata odaklanın, iç piyasa yavaşlayacak” mesajını veriyor. Ne var ki, bir yandan depremin yarattığı üretim kaybı, diğer yandan döviz kurlarındaki artışın enflasyonun gerisinde kalmış olması nedeni ile ihracatta fiyat tutturulamıyor. Çarşıdaki gerçekler ile sanal dünyadaki hayatlar birbiriyle örtüşmüyor.
Bu tablodaki iki Türkiye’nin biri diğerini BBG Evi gibi izliyor. İçeridekiler Pompei’nin son günlerindeymiş gibi savururken dışarıdakiler de izleyerek kendi zorluklarını kısa süre için de olsa unutabiliyorlar. Neyse ki, sanal ortamda kurulu kâğıttan şatoların ve yalan hayatların ipliği çekildiğinde ilmik ilmik söküldükleri görünüyor; belki de rencide olmuş adalet duygusu bir nebze geri geliyor.