İsrail’de savaş başladığından beri dengeler oldukça garip. Değil kitlelere hitap eden kanallarda veya basın organlarında söz söylemek, kişisel sosyal medya hesaplarından tarafsızca yaşananları bile aktarmak oldukça zor. Karaimler ile ilgili araştırma yazılarına ara verip geçen sefer simgelerle ilgili bir yazıyı kaleme almak zorunda kaldım. Yapmış olduğum röportajlar, yüz yüze derinlemesine mülakatlar ve yaşanmışlıklardan farklı bir şey yazmak istedim bu kez, bir kez daha... Aslında belki de pek çoğunuzun okuduğu, ancak benim geç de olsa farkına vardığım bir kitaptan söz etmek ölüm kavramının özellikle de son günlerde yanı başımızda olduğu zamanlarda bir ihtimal fizik kanunları ile yaratılış, Tanrı, sorgu gibi birçok soruya cevap verebilir…
Acılar yarıştırılmaz. İnsanlar ölüyor. Her kayıp; ister tanıyalım ister hiç bilmeyelim, yüreğimizde büyük bir boşluk yaratıyor. Ölüm hepimiz için büyük bir travma. Öldükten sonra ne olacağını hiçbirimiz bilemediği için bir ihtimal ona farklı şekillerde bir başkası üzerinden şahit olanların dışında tartışamadığımız; tek Tanrılı kitaplara, çok Tanrılı kitaplara, öğretilere, simgelere sarıldığımız ve cevap bulmaya çalıştığımız büyük bir acı, kayıp, kaçınılmaz son veya adına her ne derseniz… Ölüm denen gerçek yanı başımızda olmadığı sürece veya biri bize hastasın demediği ya da herhangi bir şey bize ölümü hatırlatmadığı sürece ondan korkmuyor, sadece yakınlarımızın başına gelirse eğer onların yer açtığı boşluktan korkuyoruz.
İşte başta bahsettiğim, ama adını söylemediğim José Rodrigues dos Santos’un Tanrı’nın Formülü (A Fórmula de Deus/ İng. Einstein Enigma) de büyük bir iddia ile başlıyor, “İncil’in Tanrı’sı kimdir? İnancını ispatlaması için İbrahim’i oğlunu öldürmeye gönderen kişi mi? Âdem bir elma yedi diye tüm insanlığı suçlayan kişi mi? Zerre kadar aklı olan birisi böylesine zalim ve kibirli bir Tanrı’ya inanır mı? Tabii ki böyle bir Tanrı yok…”
Her şey Einstein ile Ben Gurion’un karşılaşmasına, ajanların bu konuşmayı dinlemesinin ardından Einstein’ın şifrelediği yazının İran istihbaratının eline düşmesinin ardından bir nükleer tehlikesi nedeniyle CIA ve İran’ın kriptolog Thomas ile iletişime geçmesi ile soluksuz devam etmekte. Kitap Kabala öğretilerinden Hinduizm’e ve günümüze değin gelen fizik teorileriyle sadece Tanrı’yı değil evreni de açıklayan bir sarmalda devam ediyor. Örnek vermek gerekirse kitap, karşılıklı diyaloglar ve fizik teorileri ile yaratılışı açıklayarak işe başlıyor. Örneğin Thomas, Einstein’ın geride bıraktığı şifreyi çözmek için gematria’ya başvuruyor. Gematria Kabala’yı esas alarak sözcükler ve sayılar üzerine yapılan Kabalistik çalışmalarla ilgili bir uzmanlık alanı ve Ebcet hesabında olduğu gibi, alfabenin her harfine nümerik bir değer veriliyor:
“(...) Kabalistler Tanrı’nın evreni rakamlar ve kelimeler kullanarak yarattığını söyler ve her kelime, her rakamda bir sır ve gerçek saklıdır. Örneğin Eski Ahit ‘deki ilk kelime bereşit’tir ve anlamı ‘başlangıçta’dır. Bereşit’i iki kelimeye ayırırsak ‘bere’ yani ‘yaratıldı’ ve ‘şit’ yani ‘altı’ elde etmiş oluruz. Yaratılış altı gün sürdü; değil mi? Bu bir tür gematria’dır. Diğer bir türünde harfler hesaplanır. Yaratılış’ta İbrahim’in 318 hizmetçiyi savaşa götürdüğü yazılıdır, ama Kabalistler onun hizmetçisi Eliezer’in isminin rakamsal değerinin 318 olduğunu tespit ettiler; yani İbrahim aslında yanına sadece bir kişi almıştı.(…)”
Kitap, evrendeki her şeyin döngüsel olduğunu ve Einstein’ın ispatladığı şeyin kutsal metinlerin o dönemde bilinmesi imkânsız olan bilimsel gerçekleri ihtiva ettiğini, sadece İncil’de veya Eski Ahit’te değil, Hindu metinleri, Budist metinleri, Taoist metinler ve tümünün de bilimin henüz keşfetmeye başladığı değişmez gerçekleri; adına ister Tanrı diyelim ister Allah, ister enerji, ister herhangi başka bir şey; var olduğunu söylüyor. Rastlantısal olması imkânsız olan, milimetrik hesaplamalardan bile daha hassas rakamsal değerler çerçevesinde evrenin ortam uygun olduğu için oluştuğunu, hiçbir şeyin yok olmadığını, evrenin yaratılışından itibaren hepimizin yaşayacağı şeylerin; geçmişin, bugünün ve geleceğin zaten çoktan belirlenmiş olduğunu, bizlerin ise belirlenen bu eylemlerin aktörü olduğumuzu iddia ediyor. Yani başımıza gelen zaten belirlenmiş, dua etsek ve gerçek olsa da belirlenmiş, ölümümüz ve nasıl öleceğimiz belirlenmiş… Bu taraftan durup baktığımızda pek de hoş olmayan bir tablo çıktığı kesin; çünkü işin içinde yaşamak ve eyleme geçmek için bir umut da kalmıyor; umudun çıktığı bir sokak olsa bile o da zaten her şey yaratılırken belirlenmiş durumda çünkü…
Kitap, aslında ahkâm kesen Tanrı imajından çok farklı bir yere bilimsel açıklamalar çerçevesinde insanı sürüklese de aslında bazı sorulara yanıt veremiyor veya bilerek bu soruları dışarıda tutuyor. Yine de okumaya devam ettikçe madde, atom, bilinç, zekâ, parçacık gibi zeminler üzerinden fizik teoremleri ile evrenin rastlantısal olmadığına açıklık getirmeye çalışıyor.
‘Yehi Or’ ise Einstein’ın bıraktığı şifrenin açıklaması. Einstein, yazdığını deşifre edebilene ‘ışık olsun!’ diyerek insanlığın son hamleye; yani zekânın Tanrı’yı üretecek bir araç olduğuna karar kıldığını iddia ediyor.
Kitap, sonsuzluğu reddetmesine rağmen Thomas’ın akciğer kanseri olan babasını hastanede son kez görüşü şu satırlarla veriliyor:
“(…) Ve o zaman, o anın anne babasıyla konuşabileceği onların sevgilerini hissedebileceği son an olduğunu anladı. Yolları ayrılmadan önce elveda demek için çok az zamanları kalmıştı. Hiçbir ayrılık, ebedi olanı bu kadar ızdırap verici olamazdı. Boğazının düğümlenmesine engel olamayan Thomas, babasına sıkıca sarılıp onu sevgiyle öptü. Bunun bir elveda olduğunun bilinciyle gözyaşlarını salıverdi. Sonsuza kadar…”
Bilim hâlâ madde, ruh, enerji, sonsuzluk ve/veya sonluluk gibi teolojiye daha yakın konularla uğraşmakta. Kim bilir, belki bunlar bir gün tamamen çözülür, ancak hayatımızdan yitip gidenler, aynı bir uzvunu yitiren bedenin otomatik davranışı gibi acısı azalsa bile devamlı olarak eksilenleri arayacak; bizler de eksilene dek…