“Sessizliği duymak sadece bir sesin yokluğunun fark etmek midir?” Son zamanlar sessizlik kavramını çok düşünüyorum. Sessizlik bir isyan, zayıflık, yaşanan acıları bağrına basıp susmak mı yoksa bir güç belirtisi mi? Kelimelerin anlamını araştırma merakım olduğu için işe sessizlik kelimesinin kaynağını aramakla başladım. Kelime ilk kez Latince ‘sileo’ olarak kullanılmış. Daha sonra seyl, still, quiet, silent ve silence kelimeleri türetilmiş. Türkçemizde sessizlik kelimesiyse sesi çıkmayan, sesi olmayan olarak tanımlanıyor. Sanırım, insanlar doğdukları andan itibaren her zaman ses çıkaran canlılar olmuştur, sadece sağırlar sessizliğin ne olduğunu anlamayabilir. Sessizlik, duygusal, literer, felsefi, dini, politik ve hatta hümanist anlamda tepki olabilir; ciddi bir iletişim aracı da olabilir. Dilimizde susmak kelimesi çoğunlukla olumsuz çağrışımlarla kullanılıyor. Negatif anlamda, susmak, cevap vermemek, surat asmak bir sessizlik alameti olabilirse de bazı durumlarda, hoşumuza gitmeyen bir şey duyduğunuzda ilk reaksiyonunuz hızla verilmiş bir cevap yerine sessizlik olursa çok daha olumlu bir tepki değil midir? Dilimize girmiş en güzel atasözlerinden biri “Söz gümüşse sükut altındır”, sessizliğin konuşmaktan daha değerli olduğu anlamına gelmekte ve bazı durumlarda insanların söylediği sözler önemli gibi görünse bile aslında bir şey söylememeleri daha da büyük bir önem taşımak anlamında kullanılması da bu düşüncemin anahtar cümlelerinden biri sanırım.
Bence sessizlik kesinlikle bir güçtür…
Her güç gibi o da incitmek veya iyileştirmek için kullanılabilir ve mutlaka karşısındakinin değişik tepkilerine sebep verir: Mesela, yazılarımızda, edebiyatta duyguyu arttırmak için üç nokta ile biten cümleler gibi... Bu üç noktadan çıkarak birçok yorumlar yapabiliriz. Tüm belaların dil yoluyla geldiğine inanan bir sufi, bu tehlikeyi en aza indirmek için mümkün mertebe az konuşur, az yer ve az gülermiş. Sufiler bu tür uygulamaların, benliklerini kontrol altına almada önemli bir role sahip olduğuna inanırmış. Tasavvufi gelenekte şair kimliğiyle de iyi bilinen Mevlana Celaleddîn Rumi, kaleme aldığı eserlerinde çoğunlukla ahlâkî ve tasavvufî öğretilere yer verirken, eserlerinde yer verdiği önemli özelliklerinden biri de sessizliktir. Çünkü ona göre sessizlik, söz ve sözlü iletişimden daha değerlidir. Sessizlik, söz ile aktarması mümkün olmayan ve tarif edilemeyen anlamı ifade etme yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Sessizliğe yönelik başka bir örnek de Yahudilikte vardır: sessiz edilen duaların yanı sıra, dua sırasında bazı isimlerin ve kelimelerin dile getirilmesi bile yasaktır. Mizacımda sohbeti, müziği, sosyal yaşamayı seven bir kişiyim. Bu yıl birçok kez şehrin çılgın ritminden, sokaklardaki gürültüden, mağaza ve yemek mekânlarındaki rahatsız edici müzikten ve bilhassa bağırarak birbirlerini dinlemeden konuşan insanlardan oldukça rahatsız olmaya başladım. Hele bu sene, dünyadaki acılara tanık olurken bağıra bağıra haykırmak yerine yaşamın ve hızın yarattığı gürültünün içinde, belki de biraz yavaşlayarak, sessizliği dinlemek istedim. Sosyal medyada çıkan yalan yanlış yorumlara, saniye başı yaşanan tatsız haberlere sessiz kalmak istiyorum. Kolay değil tabii. Konuşmayı seven biri olduğum için günlerce, hatta aylarca, sessiz meditasyon seminerlerine katılanlara her zaman imrenmişimdir. Bana hep imkânsız gibi gelmiştir. Fakat bazen, gecenin sessizliğini sabırsızlıkla bekliyor, gökyüzüne bakıp sadece yıldızları, tabiatı izlemek istiyorum. Mutlaka hatırlayanlarınız vardır, bir zamanlar Simon and Garfunkel’in ünlü bir şarkısı vardı, ‘The Sound of Silence’. Geçtiğimiz gün, bu şarkının birkaç cümlesini adeta duygularımı anlatıyormuş gibi dinledim:
“Merhaba karanlık, eski dostum/ Seninle tekrar konuşmaya geldim/ Sessizliğin sesi içinde/ Geceyi bölen sessizliğin sesine dokundum/ On bin kişi, belki daha fazla/ Konuşmadan konuşan insanlar.../ Dinlemeden duyan insanlar…/ Seslerin asla paylaşmadığı şarkılar yazan insanlar...”
Sanki eğer insanlar değil de sosyal medyanın hızla yayılan fuzuli yankıları, bağımlılığı ve bunun doğurduğu tehlikeli etkiler mevcut olmasaydı, dünya muhteşem tabiatıyla daha sessiz bir yer olurdu. Ama insan nüfusu gitgide çoğalıyor, kargaşa büyüyor ve her şeye rağmen güneş her gün yeniden doğuyor.
Aralık, yeni yıla yaklaşırken, umutla tekrar yeni güzellikler, huzur, barış, iyiye doğru değişimler dilediğimiz bir ay. Işıklar ve Mucizeler Bayramımız Hanuka’yı da bu ay kutluyoruz. Yeryüzünün gücü ışık ve sevgiyle olsun. Sekiz gece yakılan mumların büyüleyici ışığının sessizce, karanlıkta kalan tüm bölgeleri aydınlatması dileklerimle.