1950'lerin sonlarında, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri, askeri ve konvansiyonel silah gücü açısından NATO ülkelerinin önündeydi. ABD ve NATO’nun bu duruma tepkisi çok basitti: Sovyetler, Batı Avrupa'yı işgal ettiği takdirde, ABD Sovyetler Birliği'ne karşı topyekûn bir nükleer bombalama kampanyası başlatacaktı. Moskova'ya verilen mesaj acımasız ve inandırıcıydı.
Ancak, bu strateji Soğuk Savaş'ın başlamasından bir süre sonra çökmeye başladı. ABD’nin Sovyetler Birliği'ne tam kapsamlı bir nükleer saldırısı karşısında Sovyetler de aynı şekilde misilleme yapma kapasitesine sahipti artık. Böyle bir savaşta her iki tarafta kaybedecekti.
Yönetilmesi zor olan bu güç dengesi içerisinde anlaşmalar bir çözüm olabilirdi. Nitekim 1968 yılında Nükleer Silahsızlanma Anlaşması imzalandı ve 191 ülke buna uyum sağladı. Bu anlaşmaya göre, o ana kadar nükleer silaha sahip ülkeler (ABD, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve Çin) diğer ülkelere bilgi transferi yapmayacaktı. Ancak Hindistan, Pakistan ve Israil bu anlaşmaya imza atmadı. Ardından 2010’da, ABD ve Rusya arasında ‘Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması’ (START) imzalandı. Bunun sayesinde her iki ülkenin konuşlandırabileceği stratejik nükleer savaş başlığı sayısı sınırlandırılıyordu. 2017’de ise BM, nükleer silahların tamamen ortadan kaldırılmasını savunan ‘Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması'nı kabul etti. Ancak nükleer silaha sahip hiçbir devlet ve Türkiye dahil hiçbir NATO ülkesi bu anlaşmayı imzalamadı.
Şu anda resmi olarak nükleer silahlara sahip dokuz ülke bulunmaktadır: ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore. Bu ülkelerin toplamda yaklaşık 13.000’e yakın nükleer savaş başlığı mevcut.
Nükleer silahlara sahip bazı ülkelerde kritik gelişmeler yaşanmakta. Pakistan bu durumun önde gelen örneklerinden biri. Komşusu ve düşmanı, her konuda kendisinden kat ve kat büyük olan Hindistan’dan duyduğu korku nedeniyle, Pakistan ilk nükleer denemesini 1998 yılında gerçekleştirdi. Pakistanlı yetkililer, ülkenin nükleer kapasitesinin Hindistan’ın olası bir işgalini caydırmak veya durdurmak amacıyla tasarlandığını açıkça belirtti. Ancak, 2019’da Keşmir'de Hint birliklerine düzenlenen saldırının ardından Hindistan ordusunun Pakistan topraklarındaki militanlara karşı saldırıya geçmesi tansiyonu yükseltti. O dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Hindistan ve Pakistan'ın “nükleer bir yangına yaklaştığını” açıkladı. Çift taraflı bir nükleer saldırı gerçekleşmesi durumunda yaklaşık 125 milyon kişinin hayatını kaybedebileceği düşünülüyor.
Kuzey Kore de Pakistan ile benzer bir strateji benimsedi. Pyongyang, askeri açıdan Güney Kore ve ABD'nin birleşik kuvvetleriyle rekabet edecek durumda olmadığından ağırlıklı olarak nükleer silahlara güvenmekte. Kuzey Kore lideri Kim Jong Un'un 2022'de açıkladığı gibi, ülkesinin nükleer silahlarının temel görevi bir saldırıyı caydırmak olsa da, caydırıcılık başarısız olursa saldırıyı püskürtmek için nükleer silahları kullanacak. Ancak, Kuzey Kore şu anda sadece Güney Kore’yi değil, aynı zamanda bütün Asya-Pasifik ülkelerini tehdit eder duruma geldi. Bir yandan Çin’e, diğer yandan da Rusya’ya bağlılık göstererek ihtiyaca göre hareket ettiği düşünülüyor.
Şu aralar nükleer bombaya sahip olmaya çok yaklaşan İran ise 1979 devrimi sonrası yeni İran hükümetinin Batı'ya karşı giderek güvensiz hale gelmesiyle nükleer silahlanmaya sıcak bakmaya başladı. Bu güvensizlik, Irak'ın İran birliklerine karşı kimyasal silah kullandığı İran-Irak Savaşı (1980-1988) ile daha da arttı. İran'ın nükleer silah arayışı, genellikle komşu ülkelerden ve nükleer silahlara sahip olduğuna inanılan İsrail'den gelen tehditlere bir yanıt olarak görülüyor. Gerçi Israil bugüne kadar komşu ülkeler dışında hiçbir ülke ile savaşa girmedi. Ancak İran’ın, Israil’i yok etmek için destek verdiği terör örgütleri olası Israil-İran savaşını körükleyebilir ve sonucunda nükleer silahlar ortaya çıkabilir.
Bugünlerde en gerçekçi nükleer saldırı riski Rusya tarafından dile getirilmekte. Rusya, Ukrayna'da bir yenilgiyi artık kabul etmeyecek gibi görünüyor. Zafer iddia etme olanağı kalmadığında, işgal ettiği topraklardan çekilmemek için Ukrayna'ya yönelik bir nükleer saldırı emri verebilir. Bu olasılığı işaret eden bir gösterge olarak, Şubat 2023'te Rusya, 2010 yılında imzaladığı START anlaşmasına katılımını askıya aldığını duyurdu. Rusya, kararının nedeni olarak ABD'nin Ukrayna'ya verdiği desteği gösterdi. Özellikle ABD ve Batı, nükleer silah kullanılması durumunda Rusya’ya karşı yıkıcı bir tepki vermezse, diğer ülkelerin de nükleer silah kullanma olasılığı önemli ölçüde artabilir.
Özellikle Rusya ve ardından Çin, ABD’nin liderliğini zayıflatmak ve hatta sonlandırmak için İran ve Kuzey Kore’yi kullanarak sürekli olarak ABD’yi tahrik etmeye çalışıyorlar. ABD ise diğer taraftan dünya liderliğini sürdürebilmek için parasal (dolar) ve askeri gücünü her yerde hissettirmekte. Çok kutuplu bir jeopolitik düzende nükleer silahların kullanımını kısıtlamak çok daha zor olabilir. Burada, insanlığa karşı sorumluluğu yüksek olan lider ülkelere ihtiyaç var. Bu bağlamda nükleer silahlara sahip olan ülkeler arasında, ABD ve Çin bu silahların kullanılmaması yönünde diğer ülkelere göre daha fazla güven vermekte.
Nükleer rulette hayatta kalmanın tek yolu, uygar dünyanın savaşın ötesine geçmesidir.
1985 yılında Ronald Reagan ve Mihail Gorbaçev’in “nükleer savaş kazanılamaz ve asla savaşılmamalıdır” açıklamasını bir kez daha hatırlayalım ve böyle yıkıcı bir savaşın dünyanın herhangi bir yerinde olmamasını dileyelim.