Yüz yıllık Kissinger

´´Hayat acı çekmektir. Doğum ölümü de içerir. Geçicilik varoluşun kaderidir. Henüz hiçbir uygarlık kalıcı olmadı, hiçbir özlem tamamen tatmin olmadı. Bu zorunluluktur, tarihin kaderidir, ölümlülük ikilemidir.” Henry Kissinger, Harvard Üniversitesi doktora tezinin önsözünden

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum Sesli Dinle
6 Aralık 2023 Çarşamba

1970’lerin ABD Dışişleri Bakanı olmasının ötesinde dünya tarihinde neredeyse her ülkeyi ve toplumlarını bir şekilde etkilemiş bir siyasi figürdü Henry Kissinger. Geçtiğimiz hafta 100 yaşında hayata veda ederken siyaset dünyasında çok ses getiren düşünce yapısı, siyasi taktikleri, doğru veya yanlış, hatta insan haklarına karşı olduğu ifade edilen karar ve icraatları, henüz cenazesi bile kaldırılmamışken masaya yatırılmış durumda.

1938’de Nazi soykırımından kaçıp Almanya’dan ABD’ye göç eden Kissinger ailesinin iki çocuğundan biriydi Henry Kissinger. Alman vatandaşı olmasına rağmen II. Dünya Savaşı’nda ABD Ordusu’nda görev almış; sonra Harvard Üniversitesi’nde uzun siyasi kariyerinin tohumlarını attığı çok başarılı öğrenci ve öğretim üyesi yılları geçirmişti. Üniversitede, ana konusu, ABD tarafından savaşın bitmesi için Japonya’ya atılan atom bombasının bir daha kullanılmaması üzerine siyasi bir doktrin geliştirmekti. Tüm siyasi tasarımını, nükleer bomba kullanımının caydırıcılığı üzerinden, ABD’nin çıkarlarının önde olma koşuluyla siyasi rakipleriyle uzlaşma yoluna gidilmesi üzerine kurmuştu.

Çeşitli think-tanklerde öne çıkan düşünce ve kararlı bakış açısı onu ABD yönetiminin zirvelerine çıkaracak ve 1969 ila 1977 arasında ilk önce Başkan Richard Nixon, daha sonra ise Gerald Ford’un hem ulusal güvenlik danışmanı hem de dışişleri bakanı olacaktı. Bu sekiz yıllık dönemde dünya hiç görmediği kadar skandallara -Watergate-, sıcak savaşlara, Rusya ile soğuk savaşa ve barış anlaşmalarına tanık olurken, Kissinger bütün bunların hep merkezinde olacaktı.

En çok kafa yorduğu, aldığı kararlarla kimi insan hakları savunucuları tarafından savaş suçlusu ilan edildiği Vietnam Savaşı olacaktı. İkiye bölünen, biri Rus, diğeri de Batı tarafından desteklenen iki Vietnam’ın barış yapması ve bölgede Amerikan çıkarları doğrultusunda nihai bir barış imzalanması için çok uğraşacak ama Kuzey Vietnam’a lojistik destek veren Kamboçya’nın sınırlarında yaşayan sivillerin bombalanmasına destek vermesi de siyasi yaşamının kara kaplı defter tarafında yer alacaktı. Zira onun için önemli olan ABD çıkarları doğrultusunda bölgede istikrarın ve barışın gerçekleşmesi için her yolu denemekti. Barış kendiliğinden oluşmaz bir siyasi durumdu. Ona ulaşmak için her yol mubahtı bir anlamda.

Okuduğu dünya tarihinden aldığı en önemli ders, istikrarı sağlayanın 'mümkün barış' değil, 'imkânsız barış' olduğuydu. Zira tarihin defalarca teyit ettiği üzere 'mümkün barış', bir hayalden ibaretti. Doktora tezinde yazdığı gibi, geçicilik varoluşun kaderiydi. Her şey zamanla değişiyordu bu hayatta. Barış da savaş da hep bizle olacaktı ona göre. En azından imkansız barışa kavuşmak tek hedef olmalıydı bir süreliğine de olsa.

Büyük İskender’in tüm dünyayı ele geçirmek için savaşlara çıkmasının tek nedeni aslında nihai mutlak barışa erişebilmekti. Kissinger bu ütopyaya inanmayan biri olarak Sigmund Freud’a kulak vermişti belki de tarih okumalarının yanında. Freud’a göre savaş her daim yeryüzünde kendini gösterecekti zira insanoğlu haksızlığa uğradığını düşündüğünde doğasında olan yok edici güdüsü devreye girer ve savaş başlardı. Ona göre barış zamanı iki savaş arası teneffüs zamanıydı.

İşte Kissinger de bu teneffüs zamanını mümkün olduğunca uzatmak isteyen bir siyasi doktrin yaratmaya çalışacaktı.

Dışişleri Bakanlığına getirilmesinin iki hafta sonrasında 1973 Yom Kipur Savaşı patlak verir. Batıdan Mısır ve kuzeyden Suriye epey hazırlanılmış bir savaş planı dahilinde İsrail’i büyük kefaret gününde gafil avlar. İsrail’in ezeli düşmanları ilk günlerde büyük toprak kazanımlarına sahip olur ancak bölgedeki tek müttefiki olan İsrail’in yardımına ABD ve Kissinger koşar. Başkan Nixon’u çok acil olarak İsrail ile bir hava köprüsü kurarak silah gönderilmesine ikna eder.

Aslında bu savaş Kissinger’in istikrar doktrinine de uyuyordu. Barış için savaşın kaçınılmaz olduğunu, doktrininin temel ayağı olarak gören Kissinger bir yandan İsrail’in kaybetmemesi için çaba harcarken öte yandan da İsrail’in karşı atağa geçerek Kahire ve Şam’a kadar gitmesini durduracak baskılar yaparak özellikle Mısır ve Enver Sedat’ın daha fazla yıpranmamasının formülünü hayata geçirecekti, mekik diplomasisi sayesinde. Sonunda başarılı da olur. Bir taşla dört kuş vurur. Müttefikleri İsrail’in Sovyetler tarafından desteklenen Mısır ve Suriye’ye karşı üstün getirmek, Mısır’ın barış müzakerelerine girmesi için ağır yenilgisini önlemek, ABD’nin Araplar için de çözüm getirecek tek taraf olduğunu göstermek ve son olarak Ortadoğu’da Rusya’nın nüfuzunu azaltmakla birlikte Moskova ile ilişkilerde açılımı sürdürmek.

Bu ‘başarılı’ taktik ve diplomasi daha sonraki yıllarda yeni meyvelerini verecek ve dört yıl sonra Başkan Carter'ın gözetiminde Mısır ile İsrail arasında barış sözleşmesi imzalanacak -ama Enver Sedat iki sene sonra bunun bedelini canıyla ödeyecekti- Filistin Kurtuluş Örgütü ile İsrail arasında Oslo Anlaşması ile Başkan Bill Clinton döneminde Ürdün-İsrail barış anlaşması imzalanacaktı.

Kissinger’ın Arjantin ve Şili askeri darbelerini desteklemesinin ardında yatan, komünist sistemin burayı ele geçirip bölgedeki istikrarı bozma kaygısıydı. Doğal olarak öncelik, ülkesi ABD’nin çıkarlarıydı. O kadar ki, Yahudi olmasına rağmen Sovyetler’deki Yahudilerin kötü durumunun ABD’yi ilgilendiren bir konu olmadığını bile söyleyecekti. Amaç ilişkilerde yumuşama içinde olduğu Sovyetleri zor durumda bırakmamaktı.

Nitekim Sovyetler ve Çin ile ülkesinin arasını hep iyi tutmak için uğraşacaktı aktif siyasette kaldığı sürece. Zira Einstein’ı dinlemişti. Nükleer savaşın kesinlikle dünyanın sonunu getireceğine inanmıştı o da, ünlü bilim insanı gibi.

***

Kimi analistler Kissinger’ın ağır bedellere rağmen hep bölgesel ve nihayetinde evrensel istikrar arayışının arka planında Holokost gibi bir kıyımdan kurtulma tecrübesi olduğunu, bunun da onu, başta Ortadoğu’da olmak üzere tüm sorunlu coğrafyalarda ABD liderliğinde istikrarlı ve barışı içeren bir düzen kurma tasarısı arayışına ittiğini de ileri sürerler.

Ölümünün ardından Çin’in, kendisi için ‘Çin halkının eski ve iyi dostu’ ve Rusya’nın, ‘bilge ve ileri görüşlü devlet adamı’ nitelemeleri, bu ülkelerin zamanında rakipleri olan Kissinger’ı siyaset arenasında nereye konumlandırdıkları adına fikir veriyor…

Kissinger siyah veya beyaz seçeneklerle değerlendirilemeyecek kadar karmaşık bir figür sayılmalı. Evet nihai barış için insan haklarını kimi zaman hiçe sayması hikayesinin en silinmez lekesini oluşturmakta.

Kendisi dünyayı nükleer yıkımdan kurtardığını iddia ederken amacı bu lekeleri temizlemekti belki de.

Ünlü gazeteci Oriana Fallaci’nin nitelediği gibi, entelektüel bir maceracı değildi. Hedefe odaklanan bir siyasi figürdü.

İstikrar ve nihai barış için geliştirdiği doktrin eleştirilebilir.

Ama mutlak haklı olduğu tek konu vardı, tezinde yazdığı gibi:

‘Hayat acı çekmektir’

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün