“Gizemli yaratıkların toprağı, dünyanın başka köşelerindekilere benzer ama farklı. Patagonya yaşam saatinin doğal seyrini izlediği yerdir.” Charles Darwin
Her yolculuğun ayrı bir güzelliği ama yine de ayrı bir yoruculuğu var. Bu seferki kısmen bir yürüyüş yolculuğu idi. Yürümek, dağlara tırmanmak buzulları keşfetmek ve finali Ateş Topraklarında, Jules Verne’e selam çakacağımız Dünyanın Ucundaki Fener’de yapmak üzere yola çıkmıştık Aylak Gezi Kulübü ile. Üstelik bu aynı zamanda bir kavuşma yolculuğu idi. Ama kavuşma bu yazının konusu değil.
UNESCO Dünya Mirası listesindeki Los Glaciers Milli Parkı içinde tam gün yaptığımız trekking ilk ve en uzun yürüyüş/tırmanışımızdı. Los Glaciers, barındırdığı 13 buzul ile Antraktika ve Grönland’dan sonra dünyadaki en büyük buz örtüsünün bulunduğu yer olarak biliniyor. Hedefimiz doğu rotasından Laguna de Los Tres Buzul Gölü’nü ve Arjantin’le Şili sınırındaki Fritz Roy Dağı’nı görmekti. Dağ ismini araştırmasını yapmak üzere Darwin’i 1834 yılında bu coğrafyaya getiren İngiliz kaptan Frizt Roy’dan almıştı. Darwin Patagonya yolculuğunun ardından ‘Türlerin Kökeni’ isimli kitabını yazacaktı. Söz konusu kitap evrimsel biyolojinin temellerini oluşturmuştu. İlk baskısı 1859 yılında gerçekleştirilen Türlerin Kökeni dünyada yaşamın başlangıcına dair ilk kayda değer teorilerden birini sunmuştu. Darwin’in bu teorileri Galapagos Adalarında yaptığı gezileri sayesinde geliştirdiği düşünülse de, Galapagos Adalarında yaşadığı “Eureka” anının Ateş Topraklarında yaptığı araştırmaların sayesinde olduğu anlatılageliyor Patagonya’da.
Patagonya… Ant Dağlarının eteğinde Patagonya düzlüğü… Aracımızla El Chalten’den daha da güneyde El Calafate’ye doğru ilerliyoruz.
Önümüz arkamız, sağımız solumuz alabildiğine düzlük bir arazi. Hafif iniş çıkışlı sanki yer yer göbek yapmış bir arazi. Milyonlarca hektar arazi. Patagonya stepleri. Ve kilometrelerce yol. Kıvrıla kıvrıla değil. Dümdüz bir yol. Tabi ki coğrafyanın durumuna göre dönüşler var ama sıklıkla geniş kavisli dönüşler bunlar. Göz alabildiğine düz. Hafif iniş ve çıkışlar. Arada tek tük lamalar, sahipli ama özgür dolaşan atlar, tepemizde uçan bir kondor. Yol boyunca araziler çitlerle çevrilmiş. Tarım yapmaya elverişsiz bu araziler birkaç ailenin özel mülkü. En büyük arazilerden biri Benetton ailesine ait. Ürünlerinde kullandığı yünleri bu arazilerde yetiştirdiği guanakolardan elde ediyorlarmış. Uzakta, çok uzakta dağlar. Ant dağları. Güney Amerika’yı Venezuella’dan Arjantin’e kuzeyden güneye boydan boya geçen dağlar. Karlı değil, buzlu dağlar. Buzullar. Eriyorlar. Binlerce yıllık döngünün en sıcak döneminde eriyorlar. Yolun bizi getirdiği noktalardan biri de Arjantin Patagonya’sında Perito Moreno Buzulu.
Ayakkabılarımızın altına kramponlarımızı taktık ilerliyoruz. Her adımımızda kramponların çivileri buzu deliyor ve bizi buz üzerinde sabitliyor. Buz ayaklarımızın altında hışırdıyor. Derken bir haşmetli bir gök gürültüsü. Oysa hava günlük güneşlik. Güneşli ve bu coğrafyada hiç rastlanmadığı kadar durgun bir güne denk gelmişiz. Rüzgar neredeyse hiç esmiyor. Oysa buranın bilinen normaline göre rüzgar hızı saatte 140 kilometre. Rehberimiz “Patagonya’ya geldiğinizi zannediyorsunuz, ama bugün burası Patagonya değil. Biz böyle bir gün tanımıyoruz bile” diyor. Nitekim bu yolculuk esnasında gezdiğimiz birçok yer 10-15 yıl önce bile buzullarla kaplıymış. Bir zamanlar buz olan yerlerde bizler oralarda bir tişört ve bir rüzgarlıkla oturup yürüyüş boyunca çantamızda taşıdığımız kumanyalarımızı yedik.
Dünya ısınıyor. Buz çağından binlerce yıl sonra yeniden sıcak çağa geçiliyor. Duyduğumuz o gök gürültüsü sesleri dünyanın ısınan döneminde olduğumuzun bir göstergesi. O gürültü göklerden gelmiyor çünkü. Bir buz parçasının kopmasının ve erimekte olan buzulun önünde oluşan göle düşmesinin sesi bu… Tırmanıyoruz. Buzul merkezde günde 2 metre ayrılıyor. Bizim bulunduğumuz yer buzulun bir kenarı. Kenarda günlük geri çekilme ise 8-10 santim. Normalde beyaz olan buz, özelikle de eriyip yarıklar oluşturduğu yerde bir ışık yansımasıyla turkuaz maviye dönüşüyor. Eriyor. Dünya buzulları eriyor. Ve bizler, karbon ayak izimiz yükseldikçe dünyanın ısınmasına katkıda bulunuyoruz maalesef.
Buzulun üstünde durup düşünmeye yerleşmeye vakit pek yok. Ama yine de fark ediyorum. Hiçbir şey salt olmak, salt var olmak halinde değil. Her şey bir oluş durumunda, bir dönüşüm durumunda. Her şey başkalaşıyor. İnsan bakışında düzensizlik dediğimiz bu durum daha büyük bir perspektiften bakıldığında düzene dahil. İnsan bir taraftan her şeyin aynı kalmasını istese de kendi bile dönüşüyor.
Buzulun üstünde, alabildiğine dünyayı izlerken düşünüyor ve teşekkür ediyorum. Buzula… Suya… Dünyaya… Dağları ve vadileri, göz alabildiğine uzanan arazileri, gölleri, nehirleri, soğuğu ve sıcağı, yağmuru ve rüzgarı, yokuşu ve inişi, ağaçları ve meyveleri ile bize sunduğu yaşam alanına teşekkür ediyorum. Yağmur ormanlarından, gel-git olaylarını deneyimlediğimiz sahillerine… Karlı zirvelerinden okyanusların derinliklerine, mümbit tarım arazilerinden tarıma elverişsiz steplerine kadar bir hayat boyu gezsek bile bitiremeyeceğimiz, tanıyamayacağımız tüm sürprizleri ile üzerindeki insan dahil her türlü canlıya yaşam alanı sunan, yaşam enerjimizi deneyimlediğimiz ve adına dünya denen bu gezegene teşekkür ediyorum.