Kimi zaman okurlarla bir araya geldiğimde, deneme konularımı nereden bulduğumu soruyorlar. Çoğunlukla, yaşamın içinden desem de, biraz daha ayrıntı vermek istediğimde, şunu söylüyorum: Gün içinde yaptığımız söyleşiler, gözüme çarpan farklı bir görüntü, okuduğum kitapta geçen bir konu, etkilendiğim bir şiir, bir resim ya da ilgimi çeken sıradan bir nesne… Her biri deneyimlerim, birikimlerimle beslenerek, birer yazı konusu olabiliyor. Sözü şuraya getirmek istiyorum:
Yakınlarda okuduğum bir kitapta, roman kahramanlarının tartıştıkları konu, o günden bu yana yazmam için sanki bana baskı yapıp duruyor. Söyleşiye konu olan şu: Saygı mı daha önemlidir, yoksa sevgi mi?
Kuşku yok ki yaşadığımız tüm ilişkilerde her iki yaklaşım da çok önemlidir; ama önceliği hangisine vermeli diye düşününce, kendi payıma seçimimi saygıdan yana kullanırım. Niçin diye soracak olursanız, en yalın şekliyle şunu söylemek istiyorum:
Sevginin bir yürek işi olduğunu biliyoruz. Bir insana, bir varlığa, bir ülküye yalnızca inanıyor olmamız, onu sevmemiz için yeterlidir. Hiçbir neden olmadan da “Seviyorum işte!” diyerek de aradan sıyrılabiliriz. Öte yandan baskıyla, korkuyla, çıkarla içimizden geldiği için ya da bir hayal peşinde bir insanı sever görünebiliriz; oysa bu ortam değiştiğinde, gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. En çok bağlandığımız kişiden, bir anda nefret ettiğimizi görebiliyoruz.
Oysaki saygının doğrudan beynimizle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bir başka deyişle saygı, bizim bilinçli seçimimizdir. Bu seçim korkudan kaynaklanabildiği gibi, bilgiye, deneyime, yeteneğe, üstünlüğe karşı da yapılmış olabilir. Kuşkusuz öncelikle sevgiye! Sevgiyi besleyen en önemli yaklaşım da saygı olmaktadır.
Yahudilik inancı içinde saygının, sevgiden önce geldiğini söyleyebilirim. Nitekim on emirde yer alan, anne ve babamıza saygı göstermemiz gerektiğini belirten beşinci söz, bana göre bunun en belirgin kanıtıdır. Niçin kutsal kitap doğrudan onları sevmemizi değil de saygı duymamızı söylüyor? Ailemiz incelikten yoksun, cahil ya da erdemli davranışlardan uzak olabilir, onların eylemlerinden utanç bile duyabiliriz; ama biz onların birer parçasıyız. Duygu ve düşüncelerine katılmayabiliriz, sevmeyebiliriz, onlarla aramızda belirli bir uzaklık bırakabiliriz. Her şeye karşın onlara saygı duymak zorundayız. Sanırım konu ailemiz de olsa, yalnızca buyruklarla kimseyi sevemeyeceğimiz için!
Başkalarına göstermemiz gereken saygıyı bir zorunluluk olarak görüyorum; onların bulundukları konuma, duygu ve düşüncelerine, yaklaşımlarına… Oysaki sevgide, duygularımla birlikte özgür iradem öne çıkıyor: Saygı duyabilirim, ama sevmeyebilirim ya da tümüyle tersi olabiliyor.
Bu konuda her birimizin, yaşadığı deneyimler doğrultusunda olumlu ya da olumsuz birer görüş ortaya koyabileceğini söyleyebilirim. Bir genelleme yapmanın da olanaksız olduğunu biliyorum; ancak bütün insanlara, “salt insan oldukları için” saygı duymamız gerektiğini yinelemek istiyorum.