Küreselleşme, dünyadaki insanların, malların, hizmetlerin, fikirlerin ve kültürlerin birbirine daha fazla bağlı hale geldiği bir süreçtir.
İlk küreselleşme dönemi, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar sürdü. Bu dönemde, Avrupalı kaşifler yeni kıtalar keşfetti ve dünya ticaretini başlattılar. Bu, farklı kültürlerin etkileşime girmesine ve dünya çapında fikir ve bilginin yayılması ile bilimsel bir devrime yol açtı.
İkinci küreselleşme dönemi, 19. yüzyıl başlarında Napolyon savaşlarının sona ermesini takiben I. Dünya Savaşı'nın başlangıcına kadar sürdü. Bu dönemde, Britanya’nın liderliğinde gelişen Sanayi Devrimi, dünya çapında ticareti ve yatırımı hızlandırdı. Bunu 1950'lerin başlarına kadar süren küreselleşmeden uzaklaşma dönemi izledi.
Üçüncü küreselleşme dönemi, 20. yüzyılın ortasından günümüze kadar devam etmekte. Bu dönemde, teknoloji, küresel iletişim ve ulaşım ağlarının gelişimi, küreselleşmenin daha hızlı ve daha yoğun bir şekilde gerçekleşmesine yol açtı.
Dünya, bir asır öncesine göre çok daha iç içe geçmiş durumda. Küreselleşmenin etkisiyle, gelişmekte olan ülkelere kayan üretim sayesinde, 21. yüzyılın başında dünya nüfusunun yüzde 30’u yoksulluk sınırının altında yaşarken, bu oran 2022’de yüzde 9'a düştü. Bu süreçte, ülkeler arasında göç görüntüsü altında ciddi bir iş gücü transferi yaşandı. Diğer taraftan, özellikle gelişmiş ülkelerde yüksek eğitimli-nitelikli çalışanların kazançları artarken, düşük eğitimli-nitelikli olmayan çalışanlar için iş fırsatları azaldı ve böylece sınıflar arasında ekonomik uçurum büyüdü. Göç ve ekonomik uçurum, yavaş yavaş milliyetçi ve popülist politikacılar tarafından kendi politik çıkarları çerçevesinde kullanılmaya başlandı.
Tüm dünya, küreselleşmenin yarattığı olumlu ve olumsuz etkileri anlamaya çalışırken, 2016 yılında gerçekleşen referandum sonucunda alınan Brexit kararı yüzümüze sert bir şekilde çarptı. Küreselleşme sürecinde AB oluşumu önemli bir rol oynadı. Dolayısıyla böyle bir birlikten ayrılış her ne kadar bölgesel bir karar olsa da küreselleşmeye indirilen ilk darbeydi.
Ardından, iki yıl sonra ABD ve Çin arasında başlayan ticaret savaşı küresel anlamda bir uyanışa yol açtı. Çin, gelişmekte olan fakir bir ülke olduğu dönemde dünya ticaret arenasında bir sıkıntı yoktu. Ancak Çin zenginleştikçe ve bir dünya gücü olma yolunda ilerledikçe, Batı dünyası daha temkinli ve eleştirel bir tutum benimsemeye başladı. ABD ile Çin arasındaki ticaret bu bağlamda azalmaya başladı.
Pandemi ise her şeye tuz biber ekti. Küresel tedarik zincirlerinin böyle bir krizde nasıl kırılgan olduğunu gördük. Birden ülke yönetimleri, birçok malın üretiminin kendi ülkelerinin sınırları içinde “yeniden desteklenmesi” yönünde düşünmeye ve aksiyon almaya başladı.
En sonunda da Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte Avrupa birdenbire kendisini çok zor bir durumda buldu. Çünkü uzun yıllar boyunca büyümesinin finansmanını büyük ölçüde Rusya'dan enerji ithalatına dayandırmıştı. Enerji konusu gündeme geldiğinde, birçok ülke telaşa düştü ve böyle bir ortamda kalmamak için güvenilir ortaklarını aramaya başladı. Bu süreçte ABD ve Avrupa, aralarındaki dostluklarını pekiştirirken gelişmekte olan ülkeler, faydacı bir yaklaşımla büyük güçleri, iyi olduklarını düşündükleri alanlarda kullanmayı tercih ettiler. (Sürdürülebilirliği şüpheli olsa da!)
Şimdi hızla değişen bir ortamdayız.
Trajik ama Batı dünyası, ekonomik küreselleşmeyi eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri en aza indirecek şekilde yönetmede başarısız oldu. Artık birçok insan, ‘uluslararası ticareti’ eleştiren politikacıları desteklemeye başladı. Uluslararası ticarette daralma yaşanıyor ve bunun sonucu olarak uluslararası rekabetin olmadığı bir pazar ortamında malların fiyatlarının yükselme riski artıyor. Gelişmiş ülkelerde, iş gücü açığına rağmen, göç politikaları kısıtlamalar getirmek kaydıyla yeniden şekilleniyor. Bu ülkeler, göç durdukça ileride büyüme riski ile karşı karşıya kalacak. Orta ve düşük gelirli ülkelerde ise ihracatın düşmesinden dolayı üretim azalıyor, yoksulluk artıyor. Bu ülkelerde ekonomi bozuldukça, daha fazla iç savaş ve göç baskısı yaşanıyor. En acısı da kurumsal küreselleşmeden uzaklaştıkça, küresel ısınmanın neden olduğu iklim sorunlarına karşı çözüm üretmek zorlaşacak gibi duruyor.
Her türlü olumsuzluğa ve bu ortamdan faydalanan politikacılara rağmen küreselleşme ve yarı küreselleşme arasında gidip gelinecek bir dönemdeyiz. İnsanlık, bir taraftan kolektif olarak çözülebilecek dünyevi problemleri aşmak için küresel iş birliğine devam etmek zorunda kalacak. Diğer taraftan, fakir ülkelerdeki açlık ve yoksulluk oranlarını aşağıya çekmek için sarf edilen çabaları bırakamayacak.
Küreselleşmeden arındırılmış bir dünya görmemiz artık çok zor. Ancak bölgeselleşen bir dünya görmemiz olasıdır. Dünyayı, ABD merkezli bir Amerika bloğu, Çin merkezli bir Doğu Asya bloğu ve Fransa merkezli bir Avrupa bloğu olarak bölünmüş görebiliriz. Peki dünyanın geri kalanına ne olacak? Yaşayalım görelim!