Yaş aldıkça fiziksel olarak anne/ babamıza benzediğimiz, zihinsel açıdan da nasihatlerine gülüp geçtiğimiz, onları ciddiye almadığımız dönemler yaşadık. Anlamak için belli bir olgunluğa erişmek gerekiyormuş. Bunun adına ‘tecrübe’ deniyor.
↔↔↔
Bazen tadilat, tamirat ve arızalar peş peşe gelir. Yaz bitimi öncesinde evi boyattık. Pırıl pırıl, tertemiz oldu. O aşamada pencerelerin dış lastiklerini de elden geçirmek istedik. Gelen eleman, “Abla bu çerçeveler eski, yeni lastikler buna uymaz. En iyisi pimapenleri değiştirin” dedi. Değiştirmedik tabii. Boyacı işini bitirdikten çok sonra eve girdik. Oda kapılarının kulpları hareketsiz. Açılan kapanmıyor, kapanan açılmıyor. Boyacıyı çağırdık, “Hanımefendi kapılar eski, önceden de böyleydi, fark etmemişsiniz” deyince düzeltemeyeceğini anladım. Komşu apartmanın kapı görevlisi ‘alaylı’ bir marangoz. Hemen çağırdık. Alet çantası niyetine taşıdığı iki alışveriş poşetiyle geldi. “Gençler ne biçim iş yapıyor” diye söylenip gerekeni yaptı. Bu arada hapşırıp öksürdüğümü görünce, “Abla hemen maske tak, hastalanırım diye ödüm kopuyor” deyince doktora gittiğimi, merak etmemesini söyledim. Rahatlamadı. “Abla doktora gitsen ne fayda. Artık test bile yapmıyorlar” dedi. Çok da haksız sayılmazdı. Günahını almayayım ama boya sonrası klima arızalandı. Teknik servisi aradık. “Çok doluyuz, çarşamba günü geliriz ama saat veremeyiz” yanıtını alınca en azından gelmeden telefon etmelerini söyledik. Yetkili servis güvenirlilik demekti. Artık öyle olmadığını öğrenmiş oldum. ‘Fan bozuk’, ‘iyi değiştirin, bedeli ne?’ ‘Şu kadar… Servis parası bu kadar, yarın parçayı getirince servisi düşeriz’. Bu trafik üç gün sürdü. Her yetkili serviste yedek parça fiyatlarının farklı ve pazarlığa açık olduğunu anladım. Uzatmayayım, sonunda parçalar uymuyor deyip söktükleri klimayı doğru dürüst yerine oturtamayıp gittiler. Giderken de “Üç gündür boşuna uğraştık, yenisini almak daha kolaydı” demekten de sakınmadılar. Klima şu anda kapak vidaları sökük vaziyette duruyor.
↔↔↔
Birkaç gün sonra mutfaktaki ocağın otomatik yanan dört gözünden biri bozuldu. Servisi çağırdım. Gelen eleman düğmeleri evirdi, çevirdi, “Bu model yok artık, parçası bulunmaz. Atın bunu, yenisini alın” dedi. ‘Atmak’ ne kadar kolay oldu! Garanti süresi bitince evin tüm aletlerini değiştirmek mi lazım? Değiştirmedim elbette. Halen üç gözü otomatik, bir gözü çakmakla yanıyor. Yemekler de gayet güzel pişiyor…
↔↔↔
Şaka gibi ama aynı süreçte evde internet gitti. Tahmininiz üzere hayat durdu. Neyse ki aranması gereken tek yer var. “Hemen ilgileniyoruz; hızını arttırdık, düzelir” dediler. Düzelmeyip yeniden aradığımda, “Aa demek düzelmedi…” cevabını alınca sükûnet katsayım azalmaya başladı. Teknik ekipten bir sorumlunun eve gelip kontrol etmesinde ısrar ettim.
Ortam o kadar güvensizleşti ki herkes şüpheyle bakar olduk. Kapı çaldı. Teknik servis. Açtık, karşımızda lise öğrencisine benzeyen yün şapkalı, arkasında sırt çantası, kafasını kaldırmadan bekleyen bir genç. “Nerede?” dedi. “Ne nerede?” “Bilgisayar”… Eşim yol gösterirken birden aklıma yıllar önce Ada’daki ev sahibimiz Süeda Hanım geldi. Tamirci geldiğinde hava serinse çay, sıcaksa limonata ikram eder, “Soluklan oğlum yoldan geldin” diye sohbete başlardı. Bir süre sonra bunun bir taktik olduğunu, gelenin rahatlayıp işe gerekli zamanı vermesini amaçladığını anladım. Anında çayın yanına pötibör koyup, delikanlının yanına gittim. Tuşlara basıp telefonuna bakıyor, odayı kontrol ediyordu. Tıs yok. Tepsiyi yanına koydum. “Niye getirdiniz? Bir iş yapmadım ki…” “İç oğlum üşümüşsündür” deyip odadan çıktım. Bütün tuhaflıklar bizi mi bulmuştu? En nihayetinde, “Siz niye boşuna bu modemi aldınız?” diye serzenişte bulununca “Biz bu yaşta teknolojinin her ayrıntısını bilmek zorunda mıyız? Yardım istedik, geldin” diye sesimi biraz yükseltince, sular duruldu. “Bilmek zorunda değilsiniz. Ama merkezde oturanlar bilmek ve halletmek zorunda” deyip sorularımızı sabırla yanıtlayarak yardımcı oldu. Arasan bulamazsın tarzındaki teknik eleman biraz garip idiyse de çok zekiydi. Kapıda çıkarken, “Çekecek var mı?” diye sordu; uzattım. “Bu ne yaa?” deyince gülmemek için kendimi tuttum, metal çekeceğin yerine plastik olanı verdim. “Atın şunu, bu devirde böyle şey mi kaldı?” dedi. Tam gidecekken, “Pazartesi arayıp kontrol edeceğim” diye ekledi. Selametle gitti, çekeceği de atmadım tabii.
↔↔↔
Gazetede bir başlık gözüme ilişti, ‘şeker ve nişastayı bırakın, beyniniz işlesin’. Son dönemde peş peşe sıralanan arızalar, çok şükür trajik sayılmazdı. Tabii ki tekrarını istemem. Mutfağa gidip iki parça bitter çikolatayı ağzıma attım. Bazen hatırlamak kadar unutmak da beynimize iyi geliyor.
Sağlıkla kalın.