Üniversite hayatımın ilk haftasının ilk ekonomi dersinde, profesörümüz sinemaya gittiğimizde seyrettiğimiz bir film kötü çıkarsa, filmin sonuna kadar kalıp kalmadığımızı sormuştu. “Kimler filmden çıkar?” dediğinde sınıfın bir kısmı el kaldırdı. “Kimler filmi sonuna kadar izler?” dediğinde diğer kısmı el kaldırdı. Ben ilk gruptandım. Filmi sonuna kadar izleyen gruptan bir öğrenciye, “Neden sonuna kadar kalırsın?” diye sorduğunda öğrenci kalma sebebinin biletin parasını ödemesi olduğunu söylemişti. Profesör o anda, bugün hâlâ hatırladığım çok güzel bir ders verdi. Parası ödenmiş kötü bir filmin batık maliyet olduğunu, paranın zaten gittiğini, kötü bir filmi seyretmeye devam edersek vaktimizi de kaybedeceğimizi söyledi. Yani para zaten kaybedilmişti. Eğer hoşumuza gitmeyen bir film seyretmeye devam edersek, hem paramız hem vaktimiz gidecekti. Vaktimiz de çok kıymetliydi.
***
Hâlâ aklımda kalan batık maliyet dersinin akabinde, hoşuma gitmeyen hiçbir filmi sonuna kadar seyretmedim, ta ki Netflix’in izlenme rekorları kıran ‘Leave the World Behind’ filmine kadar. Julia Roberts, Ethan Hawke ve Mahershala Ali’nin başrolü oynadığı filmde internetin kesilmesiyle başlayan, tüm sinyallerin gitmesi, insanların dünyayla iletişiminin kopması ve sonunda dünyanın sonunun gelmesi gibi bir konunun içimi sıkacağını bile bile, meraktan sonuna kadar seyrettim. Artık GPS olmadan yol bile bulamayan insanlığın, tabletlerinde sinyal kesilince dizi seyredemediği için sıkılan çocukların, telefonsuz bir insanın elinin ayağının kilitlendiği filmde beni en çok etkileyen sahnelerden biri Julia Roberts’ın kocası rolündeki Ethan Hawke’un “GPS ve telefonsuz bir adamım. İşe yaramaz bir adamım” dediği sahne oldu. Filmi henüz seyretmemiş olanlar için aslında filmin bir nevi özeti.
***
Filmde işlenen diğer bir önemli konu ise insanların birbirine duyduğu/ duymadığı güven. İki çocuklu bir çiftin biraz kafa dinlemek için şehir dışında güzel bir ev kiralamasıyla başlayan filmin ilk sahnelerinde evin esas sahibi olan zenci bir adam ve kızının evin kapısını çalmasıyla başlayan güven/güvensizlik olayları, kıyamet anlarında bile insanlara duyulan güvensizlik filmin distopya tınılı kıyamet günü senaryosunun belki de en önemli dersi. Filmi henüz seyretmemiş olanlar için bu konun çok detayına girmek istemedim.
***
Filmin bu kadar içimi sıkma sebebi belki de ‘bir gün gerçekten başımıza gelebilir mi?’ düşüncesi. Zaten paranoyak yaklaştığım elektrikle çalışan arabalar hakkındaki sahnenin gerçekleşmesi, çok da imkânsız olmayabilir. Rutin hayat diye adlandırdığımız gündelik hayatımızın bir gün sonu gelebileceğini ve dünyadan iletişimimizin kopma ihtimalinin ve nihai yalnızlığın aslında internet, televizyon ve elektriğin bitmesi kadar basit bir formülle başlamasıdır. Ruh sağlığımız için iyi gelecek formül ise filmleri bir haberci gibi görmemek, kurgu olarak görüp unutmaktır. Hatta içimizi sıkmaya başladığı anda seyretmeyi bırakmaktır çünkü keyif almamaya başladığımız anda zaten o film batık maliyettir.