Telefonların, tabletlerin yaygınlaşması ve işlevlerinin çoğalmasıyla, sosyal medya ortamında konuşanlardan geçilmiyor! Söyleyecek bir sözü olduğuna inananlar, her nasılsa edindikleri izleyici kitlesine, bu ortamlarda düşüncelerini aktarmaya çalışıyorlar. İşledikleri konu, içerik, düzey hiç önemli olmadığı gibi, konuşanların da beğeni toplamanın dışında bir beklentileri olduğunu sanmıyorum. Sayılarını göz önüne aldığımızda, izleyenler her halde ne söylendiğine değil, kimin ve nasıl söylediğine bakıyorlar. Bilgilenmek değil, eğlenmek eğilimine daha yatkın oluyorlar, diye düşünüyorum.
Sosyal medya öncesi, benzer olaylara meydanlarda, televizyon ekranlarında, çoğunlukla da inanç odaklı yapılan toplantılarda tanık olurduk. Toplulukları konuşmalarıyla etkileyebilen bu tür insanların söylediklerinden çok, kışkırtma, coşturma ve hitabet yetenekleriyle öne çıktıklarını söyleyebilirim. Özellikle yıllar boyu siyasette yer almış kimi insanları anımsıyorum. Uzun konuşmalarını ağzımız açık coşkuyla dinler, bittikten sonra da ne söylediler diye düşünürdük. Sanırım bu etkinin altına girmemizde bir kişiye, bir ülküye ya da bir öğretiye olan inanç etmeni ağır basmaktadır.
Bir konferanstan çıkan iki Fransız arasında şöyle bir konuşma geçmiş:
“Adam ne kadar güzel konuştu değil mi?”
“Evet, sesinin tonuna da diyecek yoktu.”
“Ya duruşu, inceliği?”
“Hele şivesi, sözcükler ağzından müzik gibi çıkıyordu.”
“Ya mimikleri? Ellerini, kollarını öyle büyük bir incelikle sallıyordu ki...”
“Peki, bu adam ne üstüne konuşmuştu?”
“Vallahi bilmiyorum, söylemedi.”
İçeriğin her zaman daha önemli olması gereğine karşın, sesin ya da sözün büyüsüne kapılarak bu gerçeği nasılsa gözden kaçırıyoruz.
Tanıdığım kimi insanlar kadar, okuduğum kimi kitapların beni daha çok etkilediğini söyleyebilirim. Sayfa sayısını bir yana bırakacak olursak, bir kitapta yazarın yarattığı kurgu, öne sürdüğü görüş ya da anlatım dilinin bende bıraktığı izlenim her şeyden daha önemlidir. Nitekim ünlü İngiliz yazar D.H.Lawrence, anlatana değil anlatılana, bir başka deyişle içeriğe inanmamızı söyler. İçerik, sözlü ya da yazılı anlatımdaki öz, düşünce, duygu ve imgelerin bütünüdür. Kuşkusuz bunu kavrayabilmek için uzun süren bir eğitim, alışkanlık, sabır, altyapı ve inanç özgürlüğü gerektirir. Yoksa belirli bir görüşün körü körüne savunucusu olmamız işten bile değildir.
Bir konuşmanın ya da bir kitabın içeriğini şu soruyla açıklayabiliriz:
“Neyi anlatıyor?”
Buna doğru bir yanıt veremiyorsak, sözlerin doyurucu bir içerikten yoksun olduğunu söylememiz gerekiyor.