Havanın soğuyup yağmurların başlamasına bu kadar mı sevinir insan? Şahsen çok mutlu oldum. Epeydir bahar aylarını andıran mevsim dışı sıcaklıklar her türlü virüsü beraberinde getirdi. Çevremde kimi duysam hasta; solunum yolu enfeksiyonları, şiddetli öksürük ve bitmeyen bir yorgunluk. İlaveten ‘nihayet’ diye sevindiğiniz COVID yeniden aramızda dolaşmaya başladı. Çoğu kişide hafif seyrederken, kimi daha ağır geçiriyor. Bir sağlık kuruluşuna gittiğinizde ilk uygulama dörtlü hızlı antijen testi -COVID-19, RSV, Enflüenza, Adenovirüs- oluyor. Her dönemin kendine göre kısaltmaları var. Şimdilerde çok kez duyduğum, “Eczanede dörtlü kalmamış, ikili aldım…”
Korunmayı ciddiye alanlar için maske dönemi yeniden başladı. Genelde ‘doğu’ kültürüne özgü, ‘öpme’ alışkanlığını zaten kaldırmıştık. Çok gerekmedikçe el sıkışmayı tercih etmiyorum. En çok da seyahatten yeni dönenlerle mesafeli durmaya dikkat ediyorum. Zira uçaklar ve havaalanları transfer-transit ayrımı yapmaksızın virüs-mikrop ikilisini hızla yayan mekânlar. “Yemek yerken maskeni çıkartmıyor musun?” gibi gereksiz yorumları yanıtlamıyorum bile. Riski en aza indirgemek kişisel bir sorumluluksa, yanında oturana bulaştırmamak da kişisel bir zorunluluk olmalı.
↔↔↔
Küçük yaşta yabancı dil öğrenmenin nimetlerini ancak ileriki yıllarda fark ediyoruz. Çocuk beyni sünger gibi… Duyduğunu hızla algılar, beklemediğiniz bir anda cümlelere döker. Fransızca evde konuşulan bir lisandı; doğal yoldan öğrendim. Hiç bilmediğimi zannettiğim Judeo-Espanyol’un yine o dönemlerde annemle anneannemin anlamamamız için aralarında alçak sesle konuşmalarının bir gün su yüzüne çıkacağını düşünemezdim. Her mevsim belli aralıklarla ‘jurne’ye (gündeliğe) gelen terzi Tasula ve aynı gün birden fazla parça dikmesi için yardımcı olan büyük teyzelerin Rumca sohbetleri sayesinde farkına varmadan bir kulak dolgunluğu oluşmuştu. Ne yazık ki konuşulmadığı takdirde lisan uçup gidiyor.
Yıllar önce ev işlerinde çalışan yardımcılar evleri köyde olduğu için hepsi yatılıydı. Gelenler uzun yıllar aynı evde kalır, köye dönüş yapacakları zaman yakın akrabalarından birini getirtip öyle giderlerdi. Çevremizde çalışanların çoğu Cide/Kastamonuluydu. Komşu evdekilerin bazıları Trabzon taraflarındandı. Biz çocukların tuhafına giden Cideli ile Trabzonlunun farklı tonalite ve sözcüklerle konuşuyor olmasıydı. Aynı dilin farklı lehçeleri olduğunu sonradan anlayacaktık. Yine de konuşulan lisan Türkçeydi.
Çok zaman sonra kırsal kesim, taşı toprağı altın diyerek büyük şehirlere, çoğunlukla da İstanbul’a göç etti. Birikimleriyle ev sahibi oldular. Ev işlerinde yatılı çalışanlar artık gündeliğe gidip akşam kendi evlerine dönmeyi yeğlediler. Bir dönem kendiliğinden son buldu.
↔↔↔
Siyaset, ekonomik koşullar halkları farklı ülkelere savurdu. Önce Moldovlar, ardından Özbek, Azeri, Bulgar ve Ermenistan’dan çıkanlar Türkiye’ye/İstanbul’a geldiler. Tek istedikleri para kazanıp geride bıraktıklarına sürdürebilinir bir yaşam sağlamaktı. Oturma izinleri yoktu. Üzücü olan gelenlerin bir kısmı üniversite mezunu ya da kalifiye eleman olmasına rağmen mecburiyetten yatılı olarak ev işlerinde çalışmaya başlamasıydı.
Ne mutlu bana ki hâlâ ‘yerli’ bir gündelikçim var. Yeni (ithal) sisteme tanıdıklarda çalışmaya başlayanlarla uyum sağlamayı denedim.
Yaz günü kapı, pencere açık, sesler etrafa yayılıyor. Türkçe bilmeyen personelle anlaşmak işveren için de kolay değil. İki ayda ancak Moldovca, ‘merhaba, nasılsın, iyi geceler’ demeyi öğrenmiştim ki kadın işi bıraktı. Yerine gelen yine Moldovalıydı. Ancak lehçesi farklıydı. Kelime haznemi genişletemeden yaz bitti.
Dillere özel bir yatkınlığınız yoksa, bir yaştan sonra yenisini öğrenmek kolay değil.
Birkaç yıl daha geçti. Dışarıdan gelenler oturma ve çalışma izni aldılar. Yakalanıp sınır dışı edilmemek için sık sık işyeri değiştirenler artık uzun süre aynı yerde çalışmaya devam etti.
Beş yıldır Ada komşumuzda Ermenistanlı bir hanım çalışıyor. Hem çalışkan hem pratik. Öyle ki her ne iş yaparsa yapsın, telefon hep elinin altında. Günde üç kez kızı, ara sıra torunları, yerine göre arkadaşları ile konuşmanın yanı sıra ülke haberlerini sıcağı sıcağına takip eder. Boş zamanı olduğunda üst katta çalışan yardımcıyla Rusça sohbet eder.
Beş sene içinde Ermeniceyi su sel, Rusçayı da şöyle böyle öğrenmem gerekirdi. Hiç de öyle olmadı. Sadece anne-kız arasında her gün aynı sözcükler tekrarlandığı için bazılarını anlayabiliyorum.
Sonuç olarak savunduğum tez doğru. Çocuklar erken yaşta ne kadar çok lisan öğrenirlerse o kadar kâr. Varsın biraz geç konuşsunlar. Zaten günümüz çocukları için sorun değil. Aynı anda üç farklı dilde, “hakkım var” demeyi biliyorlar.
Sağlıkla kalın.