Nerede, kiminle, nasıl, ne zaman yeşerir insan? Yeşermek, insana has bir durum değil elbette ama şahane bir metafor... Geçenlerde çok değerli biriyle yaptığım bir sohbetin içinde geçti. Benim için kullandı bu fiili… Siz seçimlerinizle yeşermişsiniz, dedi.
İnsan yeşerir mi, diye düşündüm bir iki saniye kadar… Hemen cevap verdi aklım: Yeşerir. Hem de öbek öbek, taze taze, ümitle yeşerir… Bütün öğrenmelere, yeniliklere, kendine iyi geleceklere evet demeyi kabul ettiğinde, bilmediklerini öğrenmeye, merak ettiklerini çoğaltmayı yeni insanlar tanımayı ne kadar çok sevdiğini fark ettiğinde; en önemlisi de kendinde var olan özellikleri keşfetmeye hazır olduğunda büyümeye başlar. Tıpkı bir fidan gibi, yaprağa duran bir ağaç gibi, ıslak iki pamuk arasına konmuş çekirdekler gibi; içinde var olanı ortaya koymayı seçer. Seçmesine gerek kalmaz, var olan devam eder hayata karışmaya…
Neden bu semtler, neden bu iş, neden bu iş yeri, neden bu eş, neden anne ya da baba olmayı seçmek, neden bu seçimler; hiç düşündünüz mü? İyi gelmişlerse size, bütün bu evet demelerin, sizin taze taze yeşermenize olanak sağladığını fark ettiniz mi?
Kırılmalar vardır insanın hayatında iyi ya da kötü… Dönüm noktaları, sağlam köşe başları vardır, arkalarında hayatı taşıyan… Doğacağı zamanı, yeri; anne veya babasını, gideceği ilk okulu, sırasını paylaşacağı ilk arkadaşını seçemez insan ama biraz büyüdükten sonra kendini mutlu edeceğini düşündüğü ayrıntıları fark eder ve seçimlerini özgür iradesiyle yapar. Kimileri benim gibi, şanslıdır. Ailesi, hayatı onun için en başta gümüş tepsiyle sunmuştur önüne. Sonrasında geleceklerin birazı akıl, birazı yürek işidir insan için… Ya var olanlara en güzellerini ekleyerek çoğalacak, gürleyecek, gelişecektir ya da yeşermek şöyle dursun, yapraklarını vaktinden önce sarartıp kuruyacaktır tüm ümitleriyle…
Hiçbir şeyi laf olsun diye yapmamalı insan… İstemediği bir bölümü, istemediği bir okulda, istemediği bir şehir veya ülkede okumamalı… İstemediği bir işte, iş yerinde çalışmamalı. İstemediği biriyle çevre kabulü için evlenmemeli, olmayanı aşk sanmamalı, çocuk baskısı yüzünden anne baba olmamalı, hayallerini ertelememeli, kendini içinde gördüğü o fotoğrafa ulaşıncaya kadar hayatı yaşadım saymamalı, vazgeçmemeli, devam etmeli… Ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin, devam etmeli istemeye, ummaya, hayal etmeye, dua etmeye, eninde sonunda istediğinin gerçekleşeceğini düşünmeye…
Ben böyle yaptım. Tabii ki korktum; ümitsizliğe kapıldığım, ağladığım, geri adım atmak istediğim zamanlar oldu. Bir şey yapmadım: Vazgeçmedim. O zaman metafordaki tılsım gerçek oldu, yeşerdim.
İstediğim okulda, istediğim bölümde okudum. İstediğim okulda, istediğim için çalıştım. İstediğim için kitap yazdım. İstediğim için sevdiğim adama evet dedim. İstediğim için anne oldum. İstediğim için mücadele ediyorum daha sağlıklı olmak adına… Bütün o tebeşir tozları, kitap sayfaları, sınav soruları, mezuniyet geceleri, kitabımız, imza günleri, düğünüm, kızımın sesini ilk duyduğum an, hayata eklenen binlerce ayrıntı; hepsi ama hepsi hayatın içinde yeşermem için bana vesile oldu.
Yeşerdikçe daha güzel, daha verimli, daha ümitli, daha üretken oluyormuş insan…
Yeşil, yeşili çeken mıknatıs oluyormuş insan evet dedikçe hayata…
Ama bu hayatta tek başına yeşermemeli insan… Başka dallarda da yeşil yapraklar görmeli, kendi tazeliği ona yetmemeli, bu çoğalmayı başkalarıyla da paylaşmayı bilmeli… Hayatın tadı ancak o zaman çıkıyor bana göre… Hayat, kalabalıklarla güzel… Sahici, değerli, bizim olan; sonsuza kadar bizim yaprağımız olarak kalacak kendi kalabalığımızla… Nazım’ın da dediği gibi:
“Yaşamak ne güzel şey
Anlayarak, bir usta, kitap gibi
Bir sevda şarkısı gibi
Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak...
Yaşamak birer birer ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi
Hep bir ağızdan sevinçli sevinçli bir destan okur gibi”
Ben de bir çocuk gibi şaşırdım bu yeşermek fiiline ve bayıldım; içinde sakladığı o şahane bereket ve mucizevi zenginliğe…