Merkez Bankası açısından faiz kararı sonrası suların biraz durulduğu günleri yaşıyoruz. Ancak bundan yaklaşık iki - üç hafta önce Merkez Bankası Başkanı ve ailesi ile Merkez Bankasının bir çalışanı arasında geçtiği iddia edilen olaylar silsilesi gündeme damgasını vurdu.
Merkez Bankası çalışanının CİMER’e yazdığı iddia edilen şikayetinin basına sızması ile başlayan olaylara ilişkin T.C. İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi X hesabı üzerinden 20 Ocak 2024 tarihinde bir açıklama yaptı.
Buna göre özetle;
“…Son günlerde gündeme yansıyan Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) başvurusu incelendiğinde, başvurunun başvuru sahibi tarafından doğrudan ilgili kurumlara yönlendirildiği, İletişim Başkanlığı personeli tarafından herhangi bir okuma, sevk ya da başkaca bir işlem yapılmadığı belirlenmiştir. Asılsız iddialara itibar etmeyiniz…”
Eğer anlamamda sıkıntı yoksa bu şikâyetin gerçek olmadığı yönünde bir düzeltme ya da açıklama metninde yok. Açıklama bu şikâyetin CİMER verisinin basına sızdırılması şeklinde olmadığı, başvuru sahibi tarafından doğrudan ilgili kuruma yönlendirildiği, sızıntının buradan olabileceği yönünde.
Merkez Bankası Başkanımız da bu iddialarla ilgili olarak yargı önünde hesaplaşılacağını yine X üzerinden yaptığı iletişimle bizlere duyurmuştu.
Fakat sonrasında yargıya gidilip gidilmediği, sürecin nasıl ve hangi aşamasında olunduğu hususunda bir bilgi gelmedi.
Bu yaşananları birkaç açıdan ele almakta fayda var:
Birincisi yaşananlar şahsi bir kriz olmasından öte Merkez Bankasının çiçeği burnunda yönetimi açısından bir krizdir. Hermann (1963) kurumsal krizi[1]; “kurumun yüksek öncelikli değerlerini tehdit etmesi, tepki gösterilmesine ve cevap verilmesine kısıtlı zaman tanıması ve kurumlar açısından beklenmedik ve öngörülmedik olması” olarak tanımlar. Bu üç durum da yaşanan olayda mevcuttur.
Susmak, görmezden gelmek sadece sorunu halı altına itelemek anlamına gelir. Merkez Bankasının basınla iletişiminden sorumlu kişilerin bu krizi doğru yönetemedikleri de bir gerçeklik.
İkincisi dünyanın her yerinde bu türden önemli kurumları yönetenlerin hayatı, yaptıkları, yaşadıkları ve söyledikleri dikkat çeker. Magazin basını zaten bunun için vardır. Bunun böyle olduğunu bilen kişiler ‘temsilin şahsi değil kurumsal olduğunu’ bilir ve kuruma uygun yaşantı sürer. Basitçe ifade etmek gerekirse bu malzemeyi vermez.
Fakat bu malzeme vermek maalesef ilk değil. Başkan’ın Hürriyet Gazetesinde Ahmet Hakan’a verdiği mülakat da çokça eleştiriye konu olmuştu.
Hayat pahalılığından şikâyet edip annesinin yanına taşındıklarını söylemesi ve ekonomiye ilişkin bilgileri apartman görevlisi ‘Sadık Abi’den alması en çok dikkat çeken cümleler olmuştu.
Üçüncüsü; merkez bankaları uyguladıkları ekonomi politikalarının etkinliğini sağlamak açısından ‘iletişimi’ belirli aralıklarla kullanır. İletişim sayesinde beklentileri yönetmeyi amaçlar. Literatüre göre bu iletişim ‘haber yaratarak’ ve ‘doğruları söyleyerek fazla sesi ortadan kaldırmak’ şeklinde gerçekleşir. Literatürdeki ‘haber yaratmak’ konusunun ‘haber olmak’ olmadığını burada bir kere daha hatırlatmak isterim. Haber olmak beraberinde göreve devam edip etmeme sorusunu da gündeme getiriyor çünkü.
Yeni Türkiye’de kamuda üst düzeyde çalışanlar kendi iradeleri ile görevden ayrılamıyor. Ya en üst makamdan aflarını istiyorlar ya da en üst makam kendi uygun gördüğü zaman ve şartlarda görevden alıyor. Merkezi Bankası üst yönetimini görevden alınmasını zorlaştıran yasal bir düzenleme de olmadığı için büyük bir çoğunluk ‘Ekonomik Ömrün’ ne zaman sonlanacağına ilişkin kendince bir çıkarım yapıyor ve süreç hep giyotin misali, adı basında çokça geçenin üzerinde asılı duruyor.
Merkez Bankasının devralındığı noktanın itibarın en düşük seviyelere indiği, para politikası adına yapılanların iktisat kitaplarına ‘örnek politika hataları’ başlığı altında rahatlıkla girebileceği, enflasyon nedeniyle halkın inim inim inlediği bir nokta olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var.
Şu ana kadar para politikası adına yapılanlar olumlu ve taraflı tarafsız pek çok kişinin de takdirini toplamış durumda. Buradan daha ileri gitmek ancak Merkez Bankasının ekonomik yapı içerisindeki duruşu, ekonomik gelişmelere gerçeklerle doğru orantılı tepkileri, iletişimi doğru kurgulaması, kurması ve daha az konuşulur hale gelmesi ile mümkün.
En alt personelinden en üst yönetimine kadar herkesin bu bilinç içerisinde olması da bizlerin beklentisi.
Çünkü bu kurumun ismi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Cumhuriyet kelimesinin sonunda –i eki olmaması bir tesadüf değil. Kuruluş Kanununda ‘bankanın bağımsızlığına vurgu yapmak amacıyla’ düşünülmüş bir isim koyma. O nedenle gözbebeği bir kurum TCMB.
Herkesin ama herkesin tutum ve davranışlarında, kuruma yönelik eleştirilerinde Merkez Bankasına yakışır şekilde hareket etmesi aynı zamanda bir vatandaşlık görevi.
Bunu bir kez daha hatırlama ve hatırlatma ihtiyacı hissettim kendimde.
[1] Hermann Charles F. (1963) “Some Consequences of Crisis Which Limit the Viability of Organizations”, Administrative Science Quarterly, Vol: 8, pp. 61-82.