Kader gayrete aşıktır

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
31 Ocak 2024 Çarşamba

Bazen kader fırsatları doğurur. İnsan yaşarken bilmelidir ki önünüze sunulan fırsatları en doğru biçimde değerlendirmek, fırsatlarlan yararlanmak önemlidir. Bazen kazanır bazen de kaybedersiniz… Ama bilmelisiniz ki kader gayrete aşıktır. Gayretli atalarımız her zaman Anadolu topraklarını ellerine geçirmek ve tutmak için büyük gayret gösterdi. Kimbilir, pek de ısınamadığımız Orta Anadolu belki de bizim kurtuluşumuz olacak… Bir deprem ülkesi olan Türkiyemizin Marmara Bölgesi ağırlıklı üretim tesislerini, kaynaklarımızı, insanımızı yerleştirmemiz gereken ana bölgemiz olacak. Aslında tarih bize ışık tutuyor ama görmesini bilene tabii. Onlarca jeolog yıllardır anlatıyor ama bir de tarihin gözünden görelim istedim. Çünkü zaman; bizlere yeniden yaşama, dönüp de yanlışlarımızı, ihmallerimizi öteleme fırsatı vermiyor. İki önemli tarihi olaydan sözedeceğim, yorumu da yine sizlere bırakacağım…

Türkler’in Rumeli’ye yerleşmelerini sağlayan en güzel fırsatı ‘deprem’ doğurmuştu; 1354 Gelibolu Depremi. Bizans Kronikleri ve Tarihçilerin Kutbu İnalcık, topoğrafik toponimik metod kullanarak ki bugün tüm jeologlar aynı yöntemi kullanıyor, karış karış yarımadayı gezerek buldular, kendisini Paleologos Hanedanına karşı Bizans tahtının varisi sayan Kantakuzenos 1346’da kızı Theodora’yı Orhan Bey’e gelin vermişti. 1352’de Kantakuzenos’un oğlu Edirne’yi kuşatır. Bu durum karşısında Bizans Sırp Kralı Duşan’dan; akrabalık ve hoş ilişkiler nedeniyle Kantakuzanos’da Orhan Bey’den ve oğlu Süleyman Paşa’dan yardım ister. Süleyman Paşa Sırplar ve Bulgarlar’dan oluşan orduyu 1352’de Meriç Nehri boyunda, kış ayında şiddetle yener ve dönüşte Cinbi / Çimpe Kalesi’ne yani Gelibolu’ya yerleşir. Kantakuzenos, Süleyman Paşa’dan kaleyi ister ama Süleyman Paşa kale benim kılıç hakkımdır eğer geri istiyorsan 10 bin altın verirsin der. İki taraf arasındaki anlaşma şartları kabul edilip uygulamaya koyulduğu sıralarda (1-2 Mart 1354) büyük bir deprem meydana gelir. Eceabad’tan (Madytos) Tekirdağ’a (Rhaidestos) kadar Trakya’nın bütün kıyı çizgisini yıkıntıya çeviren bu deprem sonucunda Gelibolu Yarımadası şehirlerinde surlar, her yerinden yarılmış ve bir sürü ev yerin altına gömülmüştü. Halkın çoğu ya felaket yüzünden ya da açlıktan ve soğuktan ölmüştü. Gelibolu ise büyük hasar almıştı. Depremin gerçekleştiği sırada ise Biga’da olan Süleyman Paşa, bu fırsattan istifade 10 bin altın karşılığında “Cinbi’nin İadesi” ile ilgili anlaşma şartlarını hiçe sayarak hemen Trakya’ya geçer ve burada büyük bir fetih ve iskan hareketi başlatır. Fetihler o kadar hızlı bir şekilde gerçekleşmiş olmalı ki depremden birkaç gün sonra Çanakkale Boğazı’ndan geçen Selanik Piskoposu Grigorios Palamas, anılarında Gelibolu’nun depremden çok kısa bir süre sonra ele geçirildiğine dikkat çekmişti. Depremi bütün çağdaşı kaynaklar kaydetmişti. Olayı Tanrı’nın bir lütfu olarak yorumlayan Osmanlı, Rumeli’yi boşaltmamaya karar verdi. Yeni kuvvetler ve Karesi’den gelen göçmenler Boğaz’ın Avrupa yakasına geçmeye başladı. İstanbul’da halk isyan ederek bu durumun suçlusu saydıkları Kantakuzinos’u tahtı bırakmaya zorladı. Üstüne üstlük Sırp Çarı Duşan öldü ve Sırp İmparatorluğu 1355’te parçalandı. Böylece Osmanlı karşısında en büyük rakip de ortadan kalktı. Belki sadece ‘deprem’ tek neden değil ama büyük ölçüde tetiklediği olaylar, depremin bir coğrafyanın hakimiyetinin nasıl değiştirebileceğinin bir örneği sayabiliriz.

Bir başka önemli ve ders almamız gereken deprem ise jeologların Ganos Fayı olarak adlandırdıkları Kuzey Anadolu Fay Zonu boyunca meydana gelen 1912 Mürefte-Şarköy Depremi’dir. Her ne kadar, çökmekte olan Osmanlı Devleti böyle bir felakete hazır olmamasına rağmen siyasi ve ekonomik durumu itibariyle oldukça iyi tepki verdiği yazılan akademik makalelerde saptanmıştır.  

Şarköy Mürefte Gelibolu Depremi, Balkan Savaşları’nın başlaması nedeniyle içiçe geçmiş felaketler silsilesinde, Bulgarların savaşın başlamasından kısa bir süre sonra afet bölgesini işgal altına almasıyla ve Balkanlardan binlerce Müslüman vatandaşın afet bölgesine sığınmacı olarak sürülmesiyle barınma sorununun daha da arttığı bir vakadır. 9 Ağustos 1912’de meydana gelen depremden iki ay sonra, 8 Ekim 1912 tarihinde Balkan Savaşları başlamış ve özellikle Bulgarların kısa bir süre içerisinde Çatalca önlerine kadar gelmesiyle yaraları henüz sarılamayan depremzedelerin bulundukları yerleşim yerleri büyük oranda Bulgar işgali altına girdi. Bulgar komitacıların faaliyetleriyle bölgede büyük bir katliam başladı ve “Trakya’da 200 binin üzerinde Müslüman katledildi (McCarty, 1998). Balkanlar’dan binlerce Müslüman’ın kaçarak başta Edirne olmak üzere Doğu Trakya’ya yerleşti. Edirne’de Bulgar kuşatması başlamadan buraya 20 bin Müslüman geldi. Bulgarlar özellikle yerleşim yerlerini topa tutarak insanların barınma imkânlarını ortadan kaldırmış ayrıca kenti de açlık tehlikesi ile karşı karşıya bıraktı (Terekli, 2011).  1912 ile 1920 arasında Edirne Valiliği’ne 132.500 sığınmacı geldi. Toplamda ise, 413.922 Müslüman geldi ve bu insanlar Doğu Trakya başta olmak üzere Anadolu’nun bazı bölgelerine yerleştirildi (McCarty, 1998).

Henüz deprem afetinin yaraları sarılamamışken depremin meydana geldiği Doğu Trakya’da hem savaş başlamış hem de savaştan kaçan müslümanların akınına uğramıştı. Bu durum ise hali hazırda bir iskan sorunu olan afetzedelerin Müslüman sığınmacılarla birlikte sıkıntıları acılarını daha da artırdı. Rumeli ve Balkanlar’a yerleşmemize bir ölçüde yardım eden 1354 depremi, üzerinden 558 yıl sonra yaşanan 1912 Mürefte Şarköy depremiyle başka bir çehreye büründü. 1912’de Balkanlar’dan Rumeli’ye sürülen, Bulgarlar tarafından işgal edilen şehirlerde mahsur kalan Müslüman Türkler’in başlarına gelen felaketler, atalarının kemiklerini sızlattı.

Tekrar söylüyorum; tarih derslerle dolu ama ‘ders sen öğreninceye kadar’ devam eder…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün